“Yaşamın her alanında şiddeti üreten mekanizmaları ortadan kaldıralım, barışı üretelim. Tahayyül ettiğimiz bu tablo imkânsız değil. Bu coğrafya, şiddeti yaratan koşulları ortadan kaldıracak birikime ve dinamiklere sahip. Yeter ki tahayyül etmekten ve barış hedefinin peşinde koşmaktan vazgeçmeyelim” diyen Tülay Hatimoğulları Oruç, net bir mesaj verdi…
Suriye hattında yaşananlar ve İdlib’de biriken çaresiz kalabalığın Hatay başlığında yarattığı baskı ve tedirginlik, 27’nci Dönem HDP Adana Milletvekili, Hatay siyasetin en önemli kadın aktörlerinden biri olan Tülay Hatimoğulları Oruç’un da gündemindeydi. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü de içeren bir yazı kaleme alan Oruç, “GazeteDuvar” haber sitesi üzerinden paylaştığı değerlendirmesinde önemli tespitlerde ve uyarılarda bulundu.
Hatay kadın siyasetinin öncü isimlerinden Tülay Hatimoğulları Oruç’un, Reyhanlı sınırında son yaşanan protestoları da içeren yazısı, ara başlıklarla şöyle:
-NEDEN OLMASIN!-
1 Eylül’ün haftasında İdlib’de yaşananlar üzerine bir yazı kaleme alırken, “Neden barış olmasın?” rüyasına dalmak isteyebilir insan. Sermayenin, kârı için her canlıyı yok etmede asla tereddüt etmediğini; Suriye’deki savaşın, emperyalist güçlerin bölgesel savaşı olduğunu ve çözümün pek de yakında olmadığını; Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin bölgede çatışmaları daha da derinleştireceğini; bu tabloda, AKP iktidarının, faşist rejimi derinleştirmek için şiddeti tırmandıran, Kürt halkına ve demokrasinin tüm dinamiklerine, bunlardan yana olan herkese ağır bedel ödetmeyi hedefleyen tarafta durduğunu bilerek… Bizlerin, bu ülke sınırları içinde yaşayan vatandaşlar olarak, rahat bir nefes alma arzusunda olduğumuzu ve mücadelemizi bunun için verdiğimizi de bilerek…
-UNUTMADIK!-
11 Mayıs 2013’te, Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşandı… Reyhanlı katliamı! Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın deyimiyle, “53 Sünni vatandaş”, bizim deyimimizle de “53 sivil insan, kardeşimiz” katledildi. Reyhanlı’da sular durulmuyor. Çünkü Şam’daki Emevi Camisi’nde namaz kılma hayaliyle yaşayan Erdoğan ve şürekâsı, selefi/cihatçı çetelere çanak tutmaya devam etti. Türkiye’nin Suriye siyasetini, Rojava’yı yok etme ve cihatçı çetelerle Suriye’de yeni bir düzen kurmaya aracılık etme üzerine inşa etti.
Reyhanlı’da, 2013’teki patlamadan sonra neler olduğunu hatırlayalım… Çeşitli zaman dilimlerinde, kime ait olduğu bilinmeyen mühimmat depoları patladı. Suriyeli cihatçı/selefi örgütlerin, Suriyeli tüccarların alacak/verecek hesaplaşmaları nedeniyle; insan öldürme, araba patlatma gibi karanlık işlere sahne oldu. Reyhanlı mezarlığındaki mezar taşları parçalandı. Selefi/cihatçı örgütlerde çalışmış, komutanlık yapmış olan Abdülbasit el Sarut için kalabalık bir cenaze töreni yapıldı. Yine aynı güçlerin, “Türkiye bize sahip çıkmazsa Reyhanlı’ya gireriz” açıklaması dün gibi hafızalarda.
-NE OLUR?-
Bilindiği üzere, Suriye, İdlib operasyonunu yoğunlaştırmış durumda. Suriye’nin birçok bölgesinden kaçan yerli ve yabancı çete mensubu, İdlib’i üs olarak kullandı. İdlib operasyonu, birçok yönüyle her kesimi zorlayan bir operasyon. Suriye açısından savaşın son evresi, selefi/cihatçı örgütler açısından ölüm/kalım meselesi, Türkiye için, Suriye politikasına müdahil olmaya yarayan elindeki bir kartın (cihatçı çetelerin) buharlaşması ve zaten başarısız olan gözlem noktalarının fiilen kalkması, yani oradan çıkılması anlamını taşıyor.
İdlib’de Suriye epey ilerlemiş, stratejik noktaları ele geçirmiş durumda. Bu arada, Türkiye’nin kurduğu gözlem noktaları da vuruluyor. İki seçenek arasına sıkışılmış durumda… Ya imha ya da İdlib’deki cihatçılar için tahliye koridorları açmak. Türkiye’den açılabilecek koridor açılır mı, açılırsa nereye uzanır, bilmiyoruz. Ama tahmin ettiğimiz bir şey var ki, o da… AKP iktidarı, ABD ile pazarlıkları tamamlayıp, bir an önce Rojava topraklarında “güvenli bölge” oluşturmayı ve İdlib’teki selefi/cihatçı çete mensuplarını oralara yerleştirmeyi istiyor.
-SINIRDA OLANLAR!-
30 Ağustos’ta, Reyhanlı’da bulunan Bab el Hava sınır kapısına İdlib’den gelen grupların, sınırı geçmek için Türkiye askeriyle çatıştıkları haberini izledik. Kimi yorumculara göre, sınıra dayanan grubun içinde kadın ve çocukların olmayışı, grubun salt yaşlı olmayan erkeklerden oluşmuş olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir şey. Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
Bu işin, Türkiye tarafından tezgâhlandığı ve Rusya’ya da, “bakın, göçmenler sınırımıza dayandı, İdlib’i vurmaktan vazgeçin” mesajı vermek, az da olsa, İdlib’deki müttefikleri rahatlatmak istenmiş olabilir. ABD’ye de, “hadi artık şu güvenli bölgede mutabık olalım da, bu insanları oraya yerleştirelim” basıncı yapmak olabilir. Var sayalım ki bunlar doğru… Ki bu coğrafyada, sivil insanların ihtiyaçlarını gölgeleyecek çok oyun döndüğünü biliyoruz. Ama şu gerçeklik değişmiyor: İdlib, oradaki selefi/cihatçı çeteleri sıkıştırdığı kadar, AKP iktidarını da sıkıştırmış durumda. AKP, bir şey yapmazsa, İdlib’deki müttefiklerini yalnız bırakmış ve beraber yenilmiş olacak. Ayrıca göç akını olma olasılığı yüksek. AKP, bu göç dalgası karşısında ne yapacak? Dünyanın en güvenliksiz yerleşim yerleri olan sınır illerinde vatandaş ne yapacak? Bu güvensiz bölgelerden biri olan Reyhanlı ne olacak?
-İTİRAF ETMEK!-
Türkiye belli ki, İdlib’de dostlarının yardımına yeterince koşamıyor. Öyle olacağı da belliydi. Türkiye’nin bu durumda olmasının en temel nedeni, Erdoğan’ın ya da Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı’nın yaptığı açıklamalar değil. İktidar diyor ki, “Suriye, komşu ülkedir. 911 km kara sınırımız vardır. Biz, büyük bir ülkeyiz. Gelişmelere sessiz kalamazdık!”
Külliyen yanlış olan bu açıklamalar yerine, “İç siyasette olduğu gibi, dış siyasette de, Suriye savaşında da battık. Hiçbir hesabımız tutmadı. Şimdi de, ABD ve Rusya arasında sıkışmış durumdayız. İdlib büyük sorun. Oradan gelecek selefi/cihatçı çetelerin her biri Türkiye içinde bir canlı bomba gibi gezecek. Kürt halkına karşı, Türkiye’de de Suriye’de de yanlış yaptık. Kürt düşmanlığına ve neo-Osmanlıcı hülyalara teslim olduk. Komşunun yok oluşu üzerine varlık inşa etme sevdasına kapıldık. Bir zamanlar, sınırları mayından temizlemiştik, ama… Şu an, Türkiye’nin sınır kentleri dâhil olmak üzere, sınır bölgesinin tamamı, işaret haritası olmayan mayın tarlasına dönüşmüş durumda” demeliler. Nitekim durum da tam anlamıyla öyledir.
-VE BEKLENTİ!-
Ne iyimser bir yaklaşım değil mi? Bu iktidarın, asla bu ayara gelmeyeceğini biliyoruz. Ama dedik ya, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün haftasında yazarken, barışın mümkün olabileceğini tahayyül etmek, hem duygu hem de düşünce olarak hakkımız. Devam edelim…
Bir Türkiye hayal edelim: Reyhanlı’daki Sünni kardeşimiz, Antakya’daki Arap Alevi kardeşimiz İdlib’deki bu gelişmelerden kaygı duymadan güven içinde yaşasın. Bu hak, ülkede yaşayan tüm halklar için geçerli olsun. Kayyım intikamcılığı yerine, Kürt sorunu, barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülsün. Türkiye’de yaşayan Kürtlerin eşit vatandaşlık hakkı, anayasal güvenceye alınsın. Bu model, Suriye’de yazılmakta olan ya da yazılması hedeflenen yeni Suriye anayasası için de önerilebilsin. “Büyük ülke” olmanın ölçüsü, en çok vuran değil, en çok “barış, huzur, kardeşlik” diyebilen olmak olsun. Ölçü, tüm komşularla barış içinde, dayanışma içinde yaşama politikası izlemek olsun. Ayaklar altına alınan demokrasi, insan hakları, emeğin hakkı, gençliğin aydınlık geleceği gibi evrensel değerleri, ayakları üzerine kaldıran, insana ve canlıya ait ne varsa onlara saygı duyan bir düzen olsun. Hasankeyf, Kaz Dağları kan ağlamasın. Doğa cellatlığı son bulsun. Emine Bulut gibi, ölümü ses getiren ya da sessizce toprak altına giren kadınların erkekler tarafından katledilmediği bir ülke olsun…
Yaşamın her alanında şiddeti üreten mekanizmaları ortadan kaldıralım, barışı üretelim. Tahayyül ettiğimiz bu tablo imkânsız değil. Bu coğrafya, şiddeti yaratan koşulları ortadan kaldıracak birikime ve dinamiklere sahip. Yeter ki tahayyül etmekten ve barış hedefinin peşinde koşmaktan vazgeçmeyelim. Barışabiliriz… Başarabiliriz…” -Tamer Yazar-