Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Başarmak için, ‘inanın’

Ve kendi hikâyenizi yazın

Ve kendi hikâyenizi yazın

Yöresel tat Boyoz’un markalama sürecini başarıyla yürüten İzmirli İşadamı Musa Turan’ın, Antakya’nın Simit hikâyesi için tavsiyesi oldukça çarpıcı… “Antakya, simidine özel bir hikâye yazmalı. Özellikle kimyon ile tuz karışımının mutlaka özel bir nedeni vardır. Bu araştırılmalı. Eski insanlar hiçbir şeyi boşuna yapmamışlar. Mutlaka sağlıkla ilgili bir nedeni vardır. Bu araştırılıp ortaya çıkarılırsa, Antakya Simidi için de bir fark yaratılabilir.”

Geçen gün bir fotoğraf paylaşıldı sosyal medya üzerinden ve o fotoğrafla da, Avrupa’da ‘coğrafi işaretli ürünler’ pazarının rakamsal ve finansal boyutuna dair ‘durum ne’, buna cevap verildi… Paylaşılan fotoğraf mı? Bir şişe ‘balzamik sirke’! Ama bu sıradan bir balzamik sirke değil! İtalyan ekonomisine yüz milyonlarca Euro civarında bir katkısı olan “Aceto Balsamico Di Modena IGP” adlı “coğrafi işaretli” bir ürün! Sadece İtalya mı? Peki ya Fransa örneği… Tüm dünyada, fiyatları ve lezzetleri ile bilinen Fransız peynirleri… Anadolu’yu unuttuk mu? Mesela Erzincan Tulum Peyniri, Elazığ Öküzgözü Üzümü, Eskişehir Lületaşı, Malatya Kayısısı, Van Keledoşu, Antakya Künefesi, Mardin Kaburgası, Çorum Leblebisi, Damal Bebeği, Isparta Halısı, Siirt Battaniyesi, Afyon Sucuğu ve çok daha fazlasını…
Bugün, İtalya ve Fransa örnekleri ile ilerlediğimiz ‘Coğrafi İşaret ile ‘kazanan ülkeler’ kısmından ayrılmadan, ama Türkiye’den, İzmir’den bir örnekle adımlayalım mı? Yöresel tat ‘Boyoz’u Coğrafi İşaret süreci ardından ‘Smyrna’ markası altında ülke sınırları dışına taşıyan İşadamı Musa Turan’a, tam da bu noktada biriken sorularımızı soralım. Sorarken de, Antakya örneğine ara ara uğrayıp, ‘biz ne yapabiliriz’ ara başlığına geri dönelim, hatta eldekiler adına biraz düşünelim. İlk soru gelsin o zaman…

BOYOZ’un İzmir hikâyesi ile başlayalım mı? Sanırım bir göç hikâyesi, hatta Anadolu’nun kadim topraklarının bir fısıltısı… Doğru mu?

Evet, aynen öyle. 1492 yılında, Kral Ferdinand’ın İspanya’yı tek çatı altında birleştirmek istemesiyle başlıyor. Ferdinand, Hristiyanların dışında, Endülüs’te yaşayan Müslüman ve Seferadların dinlerini değiştirmelerini, değiştirmeyenlerin de ülkeyi terk etmeleri için El-Hamra kararnamesi yayınlayıp, engizisyon mahkemelerini kuruyor. O zaman Osmanlı’da tahtta II. Bayezid var. II. Bayezid, Müslümanlara ve Musevilere kucak açıp, o günün Osmanlı toprağı olan, başta Selanik olmak üzere Edirne, İstanbul, Çanakkale’ye yerleştiriyor. Ve hikâye de o zaman başlıyor.
1912’de I. Balkan harbi ile tekrar göç etmek zorunda kalan Seferadlar, bu sefer Batı Anadolu’ya, İzmir başta olmak üzere çevre illere taşınıyorlar. İzmir’e yerleşen Musevi ailelerin arasında, Yakov Usta ve Avram Usta, evde yaptıkları Boyozları mahallelerde satmaya başlıyorlar. Ve Boyoz’un İzmir’deki hikâyesi başlıyor.
Boyoz, aslında bir “dramın hikâyesi”. Biz de bu hikâyeye sahip çıktık. Bunu, kültürel bir miras olarak da görüyoruz. Bu toprakların kadim mirasçıları olarak, yaşanan bu tür dramların hatırlanıp bir daha yaşanmaması adına bu hikâyeyi anlatarak, Boyoz’u dünyaya tanıtmaya çalışıyoruz.

Peki, BOYOZ’un Musa Turan ile buluşmasındaki detay nedir? Sizi buluşturan ve hedefi de bu kadar büyük tutmanıza sebep olan şey nedir?

Küçüklüğümden beri birçok hayali olan bir insanım. Hayallerimin arasında Amerika’da iş yapmak da yatıyordu. 2014 yılındaki bir Amerika seyahatimde, Simit&Smith’in Ceo’su arkadaşım Gökhan Çakmak ile sohbet ederken ortaya çıktı. ‘Amerika’da Simit satılıyor da, Boyoz neden satılmasın’ dedim. İzmir’e döndüğümde, Boyoz alıp Amerika’ya gönderdim. Orada mağazalarda pişirip satmaya başladık. Sonrasında, Boyozun hikâyesini araştırdığımda, az evvel anlattığım detaylarla karşılaştım. İşletme yüksek lisansımı yaparken, özellikle dünyada isim yapmış markaların ortak özelliğinin, hepsinin bir “hikâyesi” olduğunu görmüştüm.
Boyozun hikâyesinde insan vardı, dram vardı, yaşam mücadelesi vardı. Herkesin kendinde bir şeyler bulacağı bir hikâyeydi. İşte o zaman bu işe yatırım kararı aldık. Tüm araştırmalarımızı yaptıktan sonra, Gaziemir’de Boyoz üretim tesisi kurmaya karar verdik ve bugün, Boyoz’u dünya markası yapmak için çalışıyoruz.
En çok etkileyen şey, dediğim gibi; içinde İNSAN var, DRAM var, ÖZLEM var, GEÇİM ve YAŞAM kaygısı var, VATAN hasreti var, AİLE var… Bu duygular, insanlık var olduğu müddetçe hiç yok olmayacak duygular. Bu yüzden, BOYOZ da bu duygularla ebediyen yaşayacak bir hikâye.

Bir İşadamı, ama aynı zamanda Girişimci de olan sizden, İzmir’den başlayıp tüm Türkiye’ye, ardından Avrupa ve Amerika’ya uzanan yöresel başarının sırrını paylaşın desem, henüz yolun başındaki diğer girişimcilere ne söylersiniz?

Yöresel ürünler de, Boyoz da global marka olabilmek için zor ürünler. Biz çok zorlandık, hala da zorlanıyoruz. Hikâyesi olmasına rağmen… Kolay olan işi herkes yapar. Zor olanı da, asla vazgeçmeyen ve inanan insanlar yapar. Eğer dünyada bir iz bırakmak istiyorsanız, kolay işi değil, zor olanı seçin. Herkesin size olumsuz yaklaşımı olsa bile, kendinize inanın, yaptığınız işe inanın, o işle kendinizi özdeşleştirin, o işle bir bütün olun. Hikâyesini yazın. O hikâyede kendinizde bir şeyler bulun. O hikâyedeki kahraman olmaya çalışın. Ve kendi hikâyenizi yazın. Bu dünyada iz bırakacak olan insanlar, kendi hikâyelerini yazan insanlardır.

Antakya da, BOYOZ ile başlayan ‘yöresel’ süreci yakından takip eden kentlerden biri. Peki, tarihsel ve ekonomik kimliği ile ayrıcalıklı bir konuma sahip Antakya özelinde Hatay’a ne kadar yakın ya da ne kadar uzaksınız?

Antakya, medeniyetlerin beşiği bir kent. Çok kültürlü yapısıyla, birbirinden etkilenmiş derin bir medeniyet kültürü taşıyor. Burada yaşamış ve buradan geçmiş birçok medeniyetten etkilenmiş. Bu çok kültürlülük, Hatay’a büyük bir şans katmış. Hatay, kendi hikâyesini yazmalı. Bu sadece Gastronomi kültürü ile değil, insanlık adına, yaşanmışlık adına, kültür adına, sahip olduğu tarih adına, yaşamış dinler adına… Hikâyesini yazmalı, cesur olmalı Hatay. Sahip olduğu değerleri teker teker ortaya çıkarmalı ve kendi kimliğini ortaya koymalı. Hatay, nasıl anılmalı? Türkiye’de değil! Dünya’da nasıl anılmalı?
İnanıyorum ki, bir zamanlar Hatay’da kökleri olan ve bugün dünyanın birçok yanında yaşayan ünlü isimler, filozoflar, tarihçiler, oyuncular, iş insanları var. Hikâyeyi yazmak için derin bir araştırmaya girilmeli ve bu insanlar tek tek davet edilmeli. Hatay coğrafyası, istiridyenin içinde saklı kalmış bir inci ve bu kent, onu çıkartacak cesur insanları bekliyor.

Antakya deyince, akla, henüz tescil aşamasına girmemiş (tuz ve kimyon karışımı ile tatlandırılan) klasik simidi geliyor… ‘Simit Sarayları’ ile Amerika’ya uzanan ticari başarıyı uzaktan izleyen Antakya Simidi için de ‘markalama’ yapılmalı diyenlere tavsiyeniz ne olurdu? İşleri ne kadar zor?

İşleri bence kolay. Simit Sarayı, bugün ülkemizin gururu. Türk Simidini tüm dünyada gururla yaşatıyor ve çok başarılı. Dolayısıyla simidin dünyada artık biliniyor olması Antakya Simidi için de önemli bir aşama. Yani simidin ne olduğunu anlatmak zorunda kalmayacak. İşi kolay. Sektör büyük. Doğru bir konumlandırma ile kısa bir sürede başarıya ulaşır. Bugün dünyanın birçok yanında Türk girişimciler simit yapıp satıyor. Rekabet derin görünebilir, ama Antakya fark yaratmalı. Tarihi köklerini araştırmalı, Antakya, simidine özel bir hikâye yazmalı. Özellikle kimyon ile tuzun karışımının mutlaka özel bir nedeni vardır. Bu araştırılmalı. Eski insanlar hiçbir şeyi boşuna yapmamışlar. Mutlaka sağlıkla ilgili bir nedeni vardır. Bu araştırılıp ortaya çıkarılırsa, Antakya Simidi için de bir fark yaratılabilir.

Bir yöresel, ‘ulusal ve hatta uluslararası’ platforma taşınması noktasında, hangi önceliklerle ve nasıl paketlenmeli?

Bir kere şuna dikkat ediyoruz. Her ülke ve her bölgenin kendi iç dinamikleri, kendi kültürleri, kendi damak tadı var. Tüm bunları öncelikle belirliyoruz. Bu önemli süreçleri belirledikten sonra, o bölgenin veya ülkenin yerelliğine uygun ambalaj tasarımı, kullanılan dil, ambalaj üzerine yazılacak ayrıntılara kadar her şeye dikkat ediyoruz. Her ne kadar bu ürün İzmir ile özdeşleşmiş olsa da, “Global’de Yerellik” ilkesini önemsiyoruz.

Coğrafi İşaret alan ve tescil edilen bir ürünün aynı zamanda tescilli de bir tarifi oluyor. Peki, başarı da biraz burada mı? Tescilin tarifine sadık kalmak mı?

Biz, Smyrna Boyoz olarak, Boyoz’u yapan seferadların reçetesine bağlı kaldık, kalıyoruz ve bundan da asla ödün vermiyoruz. İzmir’de iki çeşit boyoz var. Biri Bohça usulü yapılan Boyoz (biz bunu yapıyoruz), diğeri gömme Boyoz. Gömme Boyoz, işin kolayına kaçan, sadece katı yağ ile yapılan Boyoz’dur. Bu Boyoz’u yediğinizde, midenizi yakar, damağınızda donuk yağ tadı bırakır. Ancak bizim geleneklerine bağlı olarak yaptığımız Boyozumuzda; Ayçiçek yağı, tahin, Boyoz yağı kullanarak yapıyoruz. Biraz maliyeti yüksek oluyor, ama gerçek Boyoz bu şekilde yapılır. Çok eskiden tahin yerine susam yağı kullanılarak yapılıyormuş. Ancak günümüzde bunu yapan yok ve yapmak da kolay değil. Çünkü susam yağının maliyeti, tahin maliyetinin neredeyse beş katı kadar pahalı. Bizi, geleneklere bağlı üretim şeklimiz başarılı kılıyor.

Girişimci bir İşadamı olarak, bir çok kurumsal platformda sizi ve hikayenizi izleyenlerle bir araya geliyorsunuz. Sizi dinleyen meraklı gözlere en önemli tavsiyeniz ne oluyor?

Hikâyemi anlatırken, başarılarımdan çok başarısızlıklarımı, hatalarımı anlatıyorum. Çünkü insanların ihtiyacı olan şey başarı değil, yaşadığınız başarısızlıklar ve bunlarla mücadele yöntemi. Ben de bunları anlatıyorum.
Denemekten korkmayın, asla vazgeçmeyin. Mutlaka düşeceksiniz. Düşmekten korkmayın ve her düştüğünüzde kalkmasını bilin. Kalkarken de mutlaka bir avuç toprakla kalkmaya gayret edin, mücadeleyi bırakmayın. Savaşın, hatalarınızla yüzleşmekten korkmayın. Kendinizi eleştirin. Aynanın karşısında kendinize gerçekleri söylemekten kaçmayın. Etrafınızda sizi eleştiren insanlara değer verin, onları kendinizden uzaklaştırmayın. Eleştiriler sizi diri tutar.
Parayı her zaman kazanabilirsiniz. Hedefiniz zengin olmak, lüks betonlarda yaşamak, lüks arabalara binmek, lüks saatler takmak olmasın. Katma değer yaratın, insanlığa katkı sağlayın, sevin, ağlayın, kahkaha atın, mutlu edin, paylaşın, paylaşmaktan korkmayın, yardım edin, insanlık için çalışın, maneviyatınızı besleyin…
Zirveye çıkan ve orada duramayıp düşen insanların karşılaştıkları en büyük problem tükenmişlik sendromudur. Tükenmişlik sendromunun ilacı iyiliktir, paylaşmaktır, sevgidir, yardımlaşmaktır.

Başarıya giden yolu kısaltma konusunda meraklı bir toplumuz! Sanırım, başarı için mutfağa girmek, una ve hamura bulanmak gerekiyor! Musa Turan da bu noktada mı?

Başarıya giden kısa bir yol yoktur. Varsa bile, o yol başarıya giden yol değildir. O yol, genelde hayal kırıklığına çıkıyor. Başarının yolu zorludur. Yokuştur, dikenlidir, engebelidir, keskin virajlıdır, dik bir iniştir, dalgalı bir denizdir, rüzgârlıdır, fırtınalıdır, bazen güneşli… Bazen de gökkuşağı ile renklenir… Ama hiçbir zaman hep güneşli ve durgun bir deniz değildir.
Tüm bu zorluklar sizi olgunlaş-tırır, sizi yıpratır, usandırır, bıktırır, üzer, ama sonra sizi çelikten bir insan yapar. İşte tüm bu yaşadıklarınızı başarı ile taçlandırabiliyorsanız, o zaman başarılısınızdır. Ben, tüm bu söylediklerimi geçmişte yaşadım. Bugün de yaşıyorum, yarın da yaşayacağım. Ama asla kısa yolu kullanmayacağım. En uzun, ama en güvenilir yolu kullanmaya devam edeceğim. Uzun ve derslerle dolu yol beni ben yapıyor. Yolda mola veriyorum, çıkıp inen insanlarla karşılaşıyorum, dersler çıkarıyorum, ama asla “OLDUM” demiyorum.

Bildiğim kadarıyla, Symrna Boyoz, franchising başlığında kendisiyle çalışmak isteyen girişimcilere de açık. Aynı çağrıyı Antakya özelinde Hatay için de yapabilir miyiz?

Açıkçası Türkiye’nin her şehrinde olmak gibi bir kaygı taşımıyoruz. Biz, bu markayı, her köşede görünen marka olarak konumlandırmak istemiyoruz. Ama derin ve kadim şehirlerde olmayı çok istiyoruz. Globalleşmek, aslında tarihin en derin kökleri ile beslenip bugünün dünyasını keşfetmekle olur. İşte Hatay, o kadim şehirlerden biri ve biz de o şehirde olmak isteriz.

Son olarak… Türkiye’de ve yurt dışında büyüyen bir markanın sahibi olarak, bir gün sizle çalışmayı düşleyen gençler için de soralım mı? Musa Turan nasıl bir işveren?

Kimi için bir abi, kimi için bir kardeş, kimi için bir dost… Ben, hiçbir çalışanıma PATRON olmadım, hatta patron gibi davranmadım. En az onlar kadar çalışırım. Onlarla omuz omuza çalışırım. Onlarla, hayatı ve işi paylaşırım.
Fabrikada, elimde süpürge ile arka bahçeyi süpürdüğümü görebilirsiniz. Boyoz dağıtım arabamızda Boyoz dağıtırken beni görebilirsiniz. Boyoz pişirirken görebilirsiniz. Mutlu gününüzde sizinle aynı duyguyu paylaşırken görebilirsiniz. Kriz zamanlarında, cebindeki 50 TL’nin yarısını sizinle paylaşan bir Musa Turan görebilirsiniz.
Allah, beni, onların rızıkları için bir vesile olarak kullanıyor. Kazandığımız para sadece benim rızkım değil. O insanların da rızkı. Çocuklarının, eşlerinin babalarının, annelerinin de rızkı. Bu yüzden ben, bu şirketlerin yalnız başına sahibi değilim, hiç de olmadım. Beraber ekmek yediğimiz tüm arkadaşlarımızla, bu markanın ortağıyız. Ortaklarıma karşı şeffaf ve dürüstüm. Başarı da bizim, başarısızlık da… Ama en önemlisi, biz bir AİLEYİZ.   Röportaj/Tamer Yazar