Doğu’da kalabilen kenti izliyor!
‘Kent Kimliği’ denen şey, gördüklerinizin bir karşılığı ise… Antakya’ya bakıldığında görülenlerin beton kalabalığında ‘kent kimliği’ adına başardıklarımızın sorumluluğu için ayağa kalkmak isteyenlerimiz var mı? Ya da el kaldırmak ve söz almak isteyenler! Hatta sorumluluğu üstlenmek isteyenler!
Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nin 2010 tarihli bir çalışmasında şu ifadeler yer alır… “Bugün, kentlerin kendilerine özgü kimlikleri her zamankinden çok daha fazla önem arz etmektedir. Hatta kentlerin kendi kimliklerini ortaya koyabilmeleri için projeler geliştirilmeye çalışılmaktadır. Diğer bir deyişle, sosyal bilimciler tarafından çeşitli kentler üzerinde çalışmalar yapılarak; kentlerin yapısı, kültürü, kentsel alan kullanımı ve kentsel dönüşüm politikaları özenle vurgulanmaktadır…”
Peki, eldeki fotoğrafların kalabalığında yürümeye çalışan bizler, içinde yaşadığımız kent adına nasıl bir ‘kimlik’ ile karşı karşıyayız? Buna dürüstçe cevap vermek isteyen var mı, yoksa ‘susmayı’ mı tercih ediyoruz?
-NE GÖRÜYORUZ?-
Aynı çalışmada kent kimliği noktasında ifade edilenler ise oldukça çarpıcı… “Bir kentin kimliğinden söz edildiğinde, kentte yaşayanların onda buldukları bir değerler kümesinden, kente yüklenen bir idealleştirmeden söz etmiş oluruz. Örneğin Floransa sanat, Paris kültür, Varşova müzik, Vatikan din kentidir. Ayasofya ve Sultanahmet Camii, Marmara’ya gelen yabancıları büyüleyen İstanbul kimliğinin iki görkemli öğesi, bütün zamanları birleştiren uygarlık simgeleridir. Paris’i Eiffel Kulesi, Pekin’i İmparatorluk Sarayı, Venedik’i gondollar, Fas’ı bedeviler, New York’u Özgürlük Anıtı, Antakya’yı Mozaik Müzesi ve tarihi evleri her sözcükten daha çabuk çağrıştırır.”
Tam da bu noktada durup soralım mı? Sorarken de, Antakya’yı diğerlerine, bilmeyenlere anlatan Mozaik Müzesi’ni konumlandırdığımız alan ve tartışmalı mimarisi ile bu kentin taş ve ahşap evlerinin kalan, kalabilen hallerini konuşalım mı? Nerede yanlış yaptık, sorgulayalım mı? Tescilli evleri koruma adına ne kadar hassas davrandık, özeleştiride bulunalım mı? ‘Bir zamanlar’ diye başlayan bu şehirden ‘dünden bugüne ne kadar kaldı’, hesaplayalım mı?
-ELDEKİ Mİ?-
Antakya’yı yöneten (!) ve kamuoyuna yansıyan kişisel kavgaları ile dikkati çeken yerel idarecilerin ‘en iyi başkan’ ya da ‘en başarılı başkan’ ünvanlarıyla ödüllendirildiği bir ülke coğrafyasında, eldekinin neden bu kadar yorgun ve bakımsız olduğunu da sorsak mı? Sorarken de, eldeki eski araştırmanın ‘güncelliğini’ yitirmemiş tespitleri arasında ilerlesek…
İşte o tespitler:
“Ortadoğu ülkelerinden gelen turistlerin kentimizi ziyaret nedenlerinin; tatil, dost ve iş ziyareti, kültürel yakınlık olduğu bilinmektedir. Avrupa’dan gelenler mi? Daha çok tarihi yerler için gelmekte ve doğal yapısı ile çevreyle uyumlu küçük tesisleri tercih etmektedirler.
Kültür varlıklarının korunması, kendi geçmişimizi tanımakla olduğu kadar, bunu, kenti gezen yabancılara gösterebilmek açısından da o kadar önemlidir. Antakya’ya gelen turist kafileleri, kısa süre içinde müzeyi, kiliseyi ve Harbiye’yi gezip kenti terk etmektedirler. Oysa tarihi geçmişi çok zengin olan Antakya’da eski kentin sokaklarını, evlerini her gezişte başka bir güzellik bulmak mümkündür. Ancak bunlar da giderek doğa ve insan tahribatıyla karşı karşıya kalmakta ve yok olmaktadır. Kaybolma sürecine girmiş bu güzelliğin içinde hala yaşanırken; kemerler yıkılmakta, büyük evler bölünüp kiraya verilmekte, avlular bakımsızlığa terk edilmektedir. Bunlar, kente karşı işlenen suç olarak nitelenebilir ve örnekleri çoktur. Asi nehrinin kirlenmesine ve kirletilmesine göz yummak, hiçbir mimari estetiği olmayan yapıların diğer değerli mimari eserleri yok etmesine göz yummak, tarihi değeri olan köprüleri yıkmak, çeşmeleri kurutmak, hanları parçalayıp özelliklerini yitirtmek, Harbiye’deki defne ağaçlarını yol boyundan yok etmek, doğal güzelliklerin gazino türü işletmelerce kâr amacı ile çirkinleştirilmesine seyirci kalmak kente karşı işlenmiş birer suçtur. Antakya’da bu tür suçları önlemeden, suç işleyenleri cezalandırmadan kentimizi koruyamayacağımız gibi, turizmi de küçük hesaplarla baltalamış oluruz.”
-2023 HEDEFİ!-
Eldeki eksiklikler, akla, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘Türkiye Turizm Stratejisi 2023’ eylem planını getiriyor ve ‘Kentsel Ölçekte Markalaşma Stratejisi’ bağlamında Hatay’ı da içine alan ‘Marka Kent’ çalışmalarını! Hatırlanacağı gibi, Hatay’ın da içinde olduğu (Konya, Kütahya, Manisa, Nevşehir, Kars, Mardin, Sivas, Şanlıurfa ve Trabzon) illerde kültür turizminin canlandırılması hedeflenmiş, “marka kültür kentler” oluşturulacağı ifade edilmişti. Hatta bu kapsamda; her yıl Bakanlık tarafından bir şehir ‘Kültür Turizmi Kenti’ olarak ilan edilecek; tarihi, kültürel ve mimari özelliği olan yapıların ve ören yerlerinin restorasyonu yaptırılacak; Yöresel etkinlikler uluslararası standartlara uygun biçimde gerçekleştirilecek; Kültürel ve sanatsal gösterilerin sergileneceği tesisler ve mekanlar yapılacak; Yerel halkın soyut ve somut kültürel mirasın değeri ve korunması konusunda bilinçlendirilmesi sağlanacak; Bahse konu şehirlerin zengin kültürel mirasını vurgulayan ulusal-uluslararası düzeyde tanıtım ve pazarlama yapılması sağlanacaktı.
Bakanlık çalışmalarının merkezini “mimari yapılar” oluşturmuş, ayrıca şu hedefler belirlenmişti:
-Uluslararası standartlarda şehir müzeleri kurulacak.
–Tarihi, kültürel ve mimari özelliği olan yapıların ve ören yerlerinin restorasyonu yapılacak.
-Tarihi dokuların ve eski merkezlerin yenilenmesi projeleri hazırlanacak.
-Anıt, kale, su kemeri, han, kervansaray gibi tarihi yapıların ışıklandırma ve çevre düzenlemesi yapılacak.
-Tarihi çekim noktalarının çevresinde turistik yeme-içme tesisler yapılacak.
-Ülkemizin meşhur el sanatlarından deri, halı, takı gibi ürünlerin sunulacağı Kapalıçarşı benzeri otantik alışveriş merkezleri yapılacak ve mevcut olanların (Antakya’daki Uzun Çarşı) iyileştirilmesi sağlanacak.
Şimdi soralım mı? 2007-2013 senelerini kapsayan bu eylem planı noktasında 2023 hedefinin ne kadarını başardık? Saint Simon Manastırı’nın sahipsizliğinden Antakya kent merkezindeki Roma dönemi kalıntılarına kadar, isimsiz ve yorgun emanetleri ne kadar ayakta tutabildik? 40 Asırlık Türk Yurdu Caddesi ile başladığımız ‘sağlıklaştırma’ tartışmasını nasıl sonlandırdık? Eski Roma’dan kalma bir su kemerinin üzerine betondan bir yol yaparken, onca kurumsal kontrol ve denetimi nasıl es geçtik?
-DEĞİŞMİYORUZ!-
Anlaşılan, sorularımız her zamanki gibi çok. Ancak sorulara cevap vermek isteyenimiz hiç yok! Belki de bu kentin kayıplarının bu kadar fazla olmasının sebebi de budur! Kayıplar adına sorumluluk alacakların yokluğudur! Kim bilir… -Tamer Yazar-