Roma dönemine ait ‘Trajan Su Kemeri’ diye biliyoruz onu! Sık sık haberlerimize konuk ediyoruz! Kent turizmi içindeki ‘var ya da yok’ hikayesinde daha çok ‘yok’ oluşuna tanıklık ediyoruz! Üzerine dökülen beton bir yoldan motorlu araçlar geçmeye devam ederken, bedenindeki tonlarca ağırlığındaki kesme taşların yıllar içinde birbirinden ayrılan hallerin yarattığı riski ise görmeden geliyoruz!
Dünyanın ‘ışıklandırılmış’ ilk caddesinin betona teslim bugünkü haline sırtınızı verdiniz mi? Dağın eteklerine doğru uzanan yolda yürümeye başlamak için hazırsınız o halde! Burası, Antakya’nın ‘Kışla’ diye bilinen noktası ve bizleri aradığımız adrese götürecek yolun henüz ilk adımları! Aslında, durduğumuz kavşak noktasında, tarihi ve kültürel birçok adrese işaret eden tabelalar mevcut! Hatta dağın eteğindeki bir sosyal tesis de bu ‘işaret’ çabası içinde kendisine yer bulabilmiş! Ama bizlerin istediği yok bu kalabalık içinde… Anlaşılan, kendisine yer bulamamış! Belki de şu an ki haliyle bu kenti utandırması istenmemiş! Kim bilir, belki de o utanır olmuş, içindeki kentten, onu bu hale sokanlardan, sahipsizliğinden!
-AKLA GELEN!-
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın web adresi içinde gezinenleri karşılayan bir cümle var… “Safranbolu denilince ilk aklıma gelen, geleneksel Türk mimarisi karakteriyle yapılmış olan ve UNESCO tarafından koruma altına alınmış bulunan Safranbolu evleri…” Peki, bu kent için akla gelen kaç şey sayarız, düşündünüz mü? Sahi, sayacaklarımız içerisinde, adımlarımızın rotasında yer alan Trajan Su Kemeri de yer alır mı dersiniz? Cevap için yürümeye başlayalım mı?
Oldukça sıcak bir günün güneşi altında yokuş tırmanan adımlarımız, dar bir ara sokağın başında duruyor. Aradığımız yön tabelası burada! Bir zamanlar ‘Memekli Köprüsü’ diye yazan, ancak eleştirilerin ardından revize edilen ismiyle, ‘Trajan Su Kemeri’ diye karşılayan isimliğin hemen yanı başındayız. Yurt dışında birçok tarihi ve kültürel adreste bulunan adımlarımızı karşılayan yol da, evler de çok yorgun… Sizi karşılayan isimliğin indiği binlerce yıllık derinlikten habersiz gibi!
Dar yola girmek için bekleyen adımlarınızın ısrarında merak edip sorduğunuz ilk soru, kadim bir kentin, sahip olduğu hikayeleri neden sadece Türkçe fısıldadığı! Sahi ‘niye’? Sıradan bir ‘mahalle isimliği’ gibi sizi karşılayan ‘Trajan Su Kemeri’ isimliği için bir de İngilizce kullanmak akla mı gelmedi? Yoksa ‘gereksiz’ mi geldi? Hangisi?
-STONEHENGE-
İngiltere’nin Wiltshere kentinde bulunan ve geçmişi milattan önce 8000 yılına kadar dayanan, antik çağın en önemli yerlerinden Stonehenge’i yerinde görmüş biri olarak, toplamda 30 adet büyük kayanın üst üste ve yan yana konması ile oluşturulan bu görkemli tarihsel yapı için her sene binlerce yerli ve yabancı turistin buraya akın etmesine tanıklık ettim. Buradaki gizemi besleyen hikayelere de… O hikayelerin tanıtım ve reklamlarda nasıl kullanıldığına da… Ardından mı? İçinde yaşadığımız bu kentte var olan her şeyin üzerine nasıl olup da kürek kürek toprak attığımızı izledim!
‘Memekli Köprü’ kısmından ‘Trajan Su Kemeri’ aşamasına ‘zar zor’ geçirebildiğimiz, ama Türkçe’de demir attığımız, ötesine de geçiremediğimiz binlerce yıllık bir Roma’nın kaderine terk ediliş hikayesi, Stonehenge’i Stonehenge ve bizi de ‘BİZ’ yapan asıl detay! Bildik mi?
-ADIMLAYALIM!-
İsim tabelasının yanından yukarıya doğru yürümeye başlamadan önce, eldekileri soralım, bu kentin turizmini yönetenlere! Sahi, Antakya kent merkezine bu kadar yakın bir eski Roma için yılda kaç turist ağırlıyoruz? Bir turizm destinasyonu için isim tabelası ‘nasıl hazırlanır’ kısmında bile sınıfı geçemezken, kent turizmi noktasında alttan almaya devam ettiğimiz dersleri nasıl vermeyi planlıyoruz? Kent içindeki yön tabelalarında bile yer vermediğimiz ve hatta ‘yok’ saydığımız eski bir ‘Roma’ emaneti için madem bu kadar vazgeçtik, niye bunu açık açık itiraf etmiyoruz?
Cevapsız kalacağımızı bildiğimizden, beklemeyelim ve adımlamaya başlayalım mı? İsim tabelasından yukarıya doğru çıkalım! Bizi karşılayacak olanla yüzleşelim! En son haber yaptığımızdan bu yana ne değişti, ona bir bakalım! Hatta yeni isim tabelasını buraya kadar getirenlerin, tabelanın ötesine geçip geçmediğine şahitlik edelim!
-KOKUYOR!-
Harbiye’nin Dermaşta kırsalında da karşınıza çıkan devasa su kemerlerinin Antakya içine kadar uzanan kısmı kent ve insan hayatı ile o kadar iç içe girmiş ki, sizi karşılayan ilk şey, ağır bir çöp kokusu oluyor önce. Bu kentin turizmini yönetenlerin ‘yönetemediği’ bir değeri yok saymaksa, sizi karşılayan bir diğer gerçek oluyor. Yapının tam altında durup da başınızı yukarıya kaldırdığınızda gördüğünüz şey mi? Korkutuyor! Çünkü dünün su kemerini bugünün beton destekli yolu haline getirenler yüzünden, yapıyı oluşturan devasa kesme taşların birbirinden zaman içinde ayrılan halleri için tek bir şey soruyorsunuz! Çökme riski var mı? Bunu sorarken de, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserleri ‘dedektif’ gibi takip ettiği zorlu süreç aklınıza geliyor, ki cevap ararken de, eldekiler için neden bu ‘yok oluş’ hikayesini yarattığımız sorgusunda kilitli kalıyorsunuz! Peki, bu kenti ve turizmini yönettiğini (!) düşünenlere ‘BİRAZ DAHA DÜŞÜNÜN’ diyelim mi?
-BAKANLIK FİNALİ-
Kent turizmi içinde önemli bir yere sahip olması gerekirken, yıllar içindeki terk edilmişliğine başka başka hikayeler ekleyen, ama ekledikçe eksilen, eksildikçe de kaybolan tarihsel yapı için yönelttiğimiz soruların bir başka adresi, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü. O zaman, soralım!
12 bin yıllık geçmişiyle ‘tarihin sıfır noktası’ olarak nitelendirilen Şanlıurfa yakınlarındaki Göbeklitepe’de var olanı ‘koruma’ ve ‘düzenleme’ adına örnek bir proje yürüten Bakanlık birimleri, Antakya özelinde tarihsel emanetlerin yaşadığı zararın boyutu için de devreye girer mi? -Tamer Yazar-