Bir açık hava müzesini Kapattık

Kültür Varlıkları ve Müzeler eski Genel Müdürü, aynı zamanda Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği kurucu Başkanı da olan Kenan Yurttagül, Antakya’nın binlerce yıllık mirasından bugüne kalanları konuşurken, 2016 senesinde İplikpazarı’nda bulunan İskelet Mozaiği’nden geriye kalan kazı alanının aldığı son hale işaret etti ve bir şeyin altını özenle çizdi. Bundan 7-8 ay önce, hiç kimse, dünyanın […]

Kültür Varlıkları ve Müzeler eski Genel Müdürü, aynı zamanda Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği kurucu Başkanı da olan Kenan Yurttagül, Antakya’nın binlerce yıllık mirasından bugüne kalanları konuşurken, 2016 senesinde İplikpazarı’nda bulunan İskelet Mozaiği’nden geriye kalan kazı alanının aldığı son hale işaret etti ve bir şeyin altını özenle çizdi.

Bundan 7-8 ay önce, hiç kimse, dünyanın durma noktasına gelip de ülkelerin sınırlarını kapatacağını tahmin bile edemezdi herhalde. Bu yorgun dönemde seyahat kurallarının yeniden yazıldığını söylemekse yanlış olmayacak. Durum öyle bir hal aldı ki, birçok seyahat sever, daha az kalabalık olan destinasyonlara eğilim gösterirken, kitle turizminin yerini butik seyahatler almaya başladı bile. Hatta gezginler, daha çok mahremiyet, huzur ve sakinlik bulacağı rotalara yöneliyor. Gözlerden uzak, doğayla iç içe tatiller, tarihi ve ören yerleri yükselen trend olsa da, salgın sonrasında artık her seyahat tutkunu da bu trendi takip edecek gibi.
Peki, ‘kadim’ kelimesinin popülerliğinde, binlerce yıllık yorgun ve yaşlı bedenini ayakta tutmaya çalışan Antakya kimliğinde, bizlerin turizm karnesi nedir? Tarihi ve kültürel emanetlerin zenginliğinde, durduğumuz yer nedir? Turizm pastasından aldığımız dilimin kalınlığı nedir? Ama asıl olarak da, sahip olunanları sunma konusundaki başarımızın ortaya koyduğu tablo nedir?
Haklısınız, sorularımız yine çok ve o zaman beklemeye de gerek yok… Bugünün sayfa konuğu, Kültür Varlıkları ve Müzeler eski Genel Müdürü, aynı zamanda Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği kurucu Başkanı da olan, Kenan Yurttagül. Arkeolog da olan Yurttagül’e, kent turizminin gündem başlıklarını sorduk, o başlıklarda yaşananları ise unutmadık.
1986’da Carlo Petrini tarafından başlatılan uluslararası bir hareket olan Slow Food başlığından İplikpazarı’nda çıkan mozaiğin kapatılan kazı alanına, kapılarını ziyaretçilerine aralayan Şehir Müzesi’nden Hatay EXPO için hazırlanan webinar’ın Hatay’sız haline, adımlarımız oldukça kalabalık bugün.

O zaman ilk sorumuz gelsin…

23 Eylül’de webinar şeklinde gerçekleştirilen “EXPO 2021 Hatay Turizm Forumu” çok konuşuldu. Ünlü gazeteciler, turizmciler, sektör uzmanları Hatay’ı konuştu ama… Hatay’dan beklenen hiçbir isim bu etkinliğe davet edilmedi ve eleştiri de, “Hatay’ın olmadığı yerde Hatay konuşuldu” şeklindeydi. Durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir kere düzeltme yapayım… Hatay değil, Antakya! Antakya üzerinden konuşmamız lazım. Gerçi EXPO’nun veriliş şekli de bana göre biraz tartışmalı. Yani şehirlere bir EXPO veriyorsanız, o şehrin adıyla anılması lazım. Ama Hatay diye bir şehre sahip değiliz henüz. Hatay, vilayetin genel adı. Burası, Antakya. Moda deyişle, kadim bir şehirden bahsediyoruz. O anlamda, Antakya üzerinden yola çıkarak Hatay’ı tanımlamak daha doğru olacak diye düşünüyorum.
İfade ettiğiniz konuda, kimlerin konuştuğu ya da hangi konuların konuşulduğu beni şu aşamada çok fazla ilgilendirmiyor ama… Daha düzgün insanların seçilip, bu şehrin tarihi, kültürü, etnografyası, coğrafyası hakkında, doğru insanların, tarih dersi vererek değil de, anlaşılır şekilde konuşmasında yarar olduğu kanısındayım.

EXPO’ya dışarıdan bakıldığında, bir belediye projesi şeklinde ilerlediği yönünde eleştiriler var. Sizce?

Hatay EXPO’su, bir vilayetin projesi. Yani, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın kendi projesi ya da belediyenin kurumsal kimliğinin bir projesi değil. Bu, Hatay’ın bir projesi. Hatay’daki bütün sivil toplum kuruluşlarının, Partilerin, resmi kurumsal kanalların, Milletvekilleri ve Belediye Başkanlarının da bu nedenle bu projeye sahip çıkması gerekiyor. Çünkü nereden bakarsanız bakın, Büyükşehir, bu anlamda yoğun bir çaba içinde. Bunu desteklemek lazım. Yani olay, kenara çekilip seyretmek değil. ‘Acaba başarılı olacaklar mı, olmayacaklar mı?’ sorusunu sormak ve olanı biteni dışarıdan izlemek değil. Çünkü bir başarısızlık yaşanırsa, bu, tüm kentin başarısızlığı olacak. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

“Bu bir belediye projesi değil, bir kent projesi” ifadesinde durdunuz. Peki diğer kurumların, Valilik başta olmak üzere, bu projeye bu kadar mesafeli durması ya da aktif bir şekilde içinde olmaması neyden kaynaklanıyor?

Soru güzel de… Bu soruyu kendilerine sormak lazım! Niye uzak durduklarını sormak lazım! Şimdi, siyasi açıdan bakarsanız, ‘karşı tarafın, muhalefetin belediye başkanı bakalım nasıl yapacak’ demek ve durumu uzaktan izleme yönünde gelişen yaklaşım hiç doğru değil. Bu konuda Sayın Vali’yi kenara koyuyorum. Çünkü Sayın Vali, Hatay üstüne birçok şey yapan, yapmakta olan bir kişi. Ama diğer tarafa baktığınız zaman, bir umursamazlık, bir ilgisizlik var. Bakıldığında, bu, 15 ilçeyi de ilgilendiren bir proje. Başkan Bey’in ifade ettiği gibi… Bu; ekonomik, kültürel ve sosyal bir proje.

Tarihin ışıklandırılan ilk caddesinin restorasyon projesi devam ediyor ama… Hep bir eleştiri var; buraya gelenlere, caddeyi, dün hikâyesini anlatan hiçbir sunum yapılmıyor noktasında! Projenin finalinde böyle bir ekleme yapılmalı mı?

Muhtemelen yapılacaktır ama… Proje tamamlandığında, caddenin iki girişinde birden, bu caddenin hikâyesinin anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Bu görev de, Kültür Müdürlüğü ile Müze Müdürlüğü’ne düşüyor. Sadece tanıtıcı açıklamalar da değil, ama bu anlatımları destekleyici objeler de konulabilir. Çok da anlamlı ve güzel olur.

Antakya’da, İskelet Mozaiği’nin çıktığı kazı alanının üzeri, geçtiğimiz günlerde, sürdürülen Teleferik Projesi kapsamında, çelik dubalar üzerinde yükseltilen bir platform ile kapatıldı. Eldeki fotoğraflara baktığınızda, gördüğünüz şey için ne söylemek istersiniz?

Bana bu konunun hissettirdiği şey… Müze Otel’de olan şey neyse, burada da olan şey odur. Aynı! Değişen bir şey yok! Bir şansımız vardı ve bunu, Müze Otel ile kaçırdık. Ama bir ikinci şansımız vardı, ki onu da Teleferik Projesi ile heba ettik. Peki, kaçırdığımız şey neydi, biliyor musunuz? Antakya’yı tanımak isteyen ziyaretçiler, şehrin tarihi ile ilgili her hangi bir şeyle karşılaşmak istiyor. Yani görsel olarak görmek istiyorlar. Nedir bu? Biliyoruz ki, eski Antakya’nın altı tamamiyle antik bir şehir. Şöyle söyleyeyim… Müze Otel’de gidip baktığınızda, iki metreden bir mozaiğe rastlayabiliyorsunuz. Yine aynı şekilde, Teleferik Projesi’nin altında, 2 ya da 3 metreden Roma Villası’nı bulabiliyorsunuz. Yani her hangi bir evi kaldırdığınız zaman, aşağıdaki orijinal yapıya ulaşabiliyorsunuz.
O anlamda, teleferik inşaatı yapılmayıp, bu alanın etrafı biraz daha genişletilip, büyük bir açık hava müzesi yaratılabilirdi. İnsanlara da, eski Antakya’nın sokakları içinde gezme imkanı sunulabilirdi.

Yani, bir açık hava müzesini kapattık, diyebilir miyiz?

Maalesef, evet. Yani bu, bizler için ikinci bir şanstı, ama onu da kullanamadık. Tabi ki teleferik yapılsın, ihtiyaçsa yapılsın, bu şehrin hareketli bir alanı olsun, ki bunlara karşı hiçbir görüşüm yok ama… Gelen ziyaretçilere, mutlaka eski Antakya’dan bir şeyler göstermek, sunmak zorundayız.

Sizin, son dönemde, biraz da sessiz sakin ilerleyen bir Slow Food çalışmanız var. Dünya’da aslında çok trend olan bir yaşam formu, ama Türkiye’de hala çok yeni. Bilmeyenler için, ne yapıyorsunuz, ne amaçlıyorsunuz?

Slow Food, temelde bir insan hakkıdır. İnsan haklarını savunan bir düşüncedir. 1980’lerin ortasında, bir İtalyan, Carlo Petrini tarafından ‘fast food’ anlayışına başlatılan bir harekettir. Bugün dünyada 160 ülkede yaklaşık 1500 organizasyonla Slow Food yapıları kuruldu. Türkiye’de yaklaşık 34 tane var. Antakya Slow Food da yeni kurulan yapılardan biri. Gönüllü kişilerden oluşan bir yapıdan bahsediyoruz. Her hangi bir dernek yapısı yok. İtalya’ya bağlı çalışılıyor. Yani İtalya’nın onayı ile Slow Food kurulabiliyor. Çünkü isim hakkı alındığı için, herkes Slow Food kelimesini alıp, markalaştırıp kullanamıyor.
‘İyi, Temiz, Adil’ ilkelerinde ilerleyen Slow Food, “herkesin iyi yemek yeme hakkı vardır” der. İyi yemek nedir? Yöresel ve geleneksel yemekleri koruyarak, geleneksel yöntemlerle pişirilerek yenmesi gereken yemek. Adil derken de, üretilenlerin, üreticiden direkt olarak tüketiciye, ama makul fiyatlarla ulaşmasını savunan bir yapı kastediliyor. Temiz ise, “temiz toprak” ve “temiz ürün” anlamında. Doğayı koruyarak üretilen ürünlerin yetiştirilmesi anlamına gelir.

Yani bugün o çok şikâyet ettiğimiz kimyasal gübreler ve genetiği değiştirilmiş ürünlerden uzak bir yapı, öyle mi?

Kesinlikle. Bu hareket, geleceğe sağlıklı bir dünya bırakabilmeyi de amaçlıyor zaten.

Ara ara haberlerini yaptığımız, bu konuda yetkili kurumsal kimliklere hatırlattığımız, ama sizin de, Antakya Kültürel Mirası Koruma Derneği olarak sahiplendiğiniz ‘Antakya Simidi’ konusu var. Coğrafi İşareti’nin alınması bağlamında HESOB ile bir görüşmeniz oldu ama… Şu an neredeyiz?

Biz, büyük bir çabayla, Antakya Simidi konusunda, Hatay Esnaf ve Sanatkârları Odaları Birlik (HESOB) Başkanı ile bir toplantı yaptık. Toplantıda; Fırıncılar Odası Başkanı, bir fırıncı ile Antakya Ticaret ve Sanayi Odası’nın üyeleri de vardı. Biz, Antakya Simidi’nin Coğrafi İşareti’nin alınmasını istiyoruz ama… Toplantıda, ticari olmayan ürünlerin coğrafi işaretlerinin alınmayacağı söylendi. Ancak araştırdık ki, 2014 yılında Ankara, Ankara Simidi’nin coğrafi işaretini almış. (Ankara Simidi, 22.08.2014 tarihinden itibaren korunmak üzere, 05.12.2017 tarihinde Ankara Ticaret Odası tarafından tescil ettirildi.) Ankara Simidi’nin ne kadar bir ticari yönü var, market raflarında ne derece yer bulabiliyor, tartışılır. Bu anlamda tescilden vazgeçmiş değiliz. Bu arada, Slow Food grubu içinde, The Ark of Taste (Slow Food’un; biyoçeşitliliği araştırmak, sürdürmek ve korumak için üç ana aracından biri), Nuh’un Sandığı (Ambarı) anlamına gelen uygulama içinde yer alması için öneride bulunduk. Hem Türkiye’den, hem de İtalya’dan çok destek gördü, beğenildi. Bunun için bir tanıtım filmi yapmayı da planlıyoruz. Umarım, Antakya simidi hak ettiği noktaya ulaşır.

Son olarak… Geçtiğimiz günlerde, Tarsus Belediyesi’nin, kentin UNESCO kimliğinde korunabilmesi adına başlattığı girişimleri okuduk. Akla, doğal olarak Antakya geldi. Tavsiyeniz nedir?

Antakya, UNESCO koruması altında olması gereken bir şehir. Hatta Türkiye’de bu anlamda sıralanabilecek birkaç şehirden bir tanesi. Bu başlıkta ciddi anlamda geç kalındığını düşünüyorum. Buna dair atılmış bir adım ya da ortaya konan bir çaba duymadım, bilmiyorum. Biz, geç kaldık. Yapılması gerekenler noktasında, görev, Antakya Belediyesi’nin. Ama şunu da açıklıkla ifade etmek isterim ki, Dernek olarak her türlü katkıyı vermeye hazırız.

Teşekkürler

Röportaj/Tamer Yazar

Exit mobile version