“Ağaçlar çiçekteydi
Türkân’ım sağ beraberimde
Kalbim sevda içindeydi
İstanbul bahar içinde…” Anış adlı şiirinden
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren şair, devlet sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı hesabına Paris’e gönderiliyor. Üç yıllık Siyasal Bilgiler deneyiminin hemen ardından, II. Dünya Savaşının patlak vermesiyle doktora çalışmasını tamamlayamıyor. 1940 yılında Türkiye’ye geri dönen şair, bir süre Maliye Bakanlığı’nda, daha sonra Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Serbest avukatlık yaptı. 1955 yılında İstanbul’a yerleşerek avukatlığını sürdürdü. Sonra Devlet Demir Yolları’na girdi ve emekli olana dek bu kurumda çalıştı.
Fransız edebiyatındaki yenileşmenin etkisi ile Türk şiirinin de yenilenmesi fikrine kapılan Oktay Rifat, halktan uzaklaşmış şairleri ve seçkinler edebiyatını eleştirmeye başlamıştı artık.
“Param olsa satar mıydım
Kahve rengi elbisemi
Damalı gömleği giyerdim
Alaca mendili takardım
Kuş dilinden geçerdim
Param olsa satar mıydım
Kahve rengi elbisemi…” diye yazıyor Kuş Dili adlı şiirinde
İlk şiirleri, “Varlık” dergisinde yayımlanmaya başlamıştı. Aynı dönemde Orhan Veli ve Melih Cevdet’in şiirleri de aynı dergide yayımlanıyordu. Şiirde yenilenme düşüncesiyle şiiri kalıplaşmış söylemlerden kopararak yeni tarz oluşturma fikrine, Oktay Rifat Horozcu’da katılmıştı.
Garip akımının şiirimize getirdiği en önemli yenilik, hiç kuşkusuz onu ölçü ve uyak sarmalından ayıklamak olmuştur.
Bu şiir hareketiyle ilgili anılarına şu notu düşmüştür Oktay Rifat. “Piyasa şairlerinin şiirleri ikimizi de sarmıyor. Başka, bambaşka bir şiir hasreti ikimizin de içinde. Ben, yeni bir şiir yazmışım, Orhan’a okumaya pek cesaret edemiyorum. Çünkü ne vezni var ne kafiyesi. Hem de birkaç satırlık bir şey. Adı: Saksılar. (…) Bir ara boş verip okuyuveriyorum. Orhan kolay coşmaz. Coşuyor. Şu işe bakın, o da cebinden dört satırlık bir şiir çıkarıyor. Adı: Kelebek. Raymond Radiguet’den tercüme etmiş. Bu sefer coşmak sırası bende. Sarmaş dolaş oluyoruz…”
“Gittim baktım şıkır şıkır Balıkpazarı
Üç tek attım sarhoş oldum ayak üzeri
Üç doluya üç tanecik badem şekeri
Top çiçeğim deste gülüm
Canım İstanbullum…” İstanbul Türküsü adlı şiirinden
“Perçemli Sokak adlı kitabıyla Türk şiirinde İkinci Yeni denilen anlayışa yakınlaştığı imgeci bir şiire yöneldi. Türkçe’nin ses zenginliğini, geniş bir sözcük dağarcığıyla ustalıkla kullanan, yer yer gerçeküstücü görüntüleri de katıştırarak, kimi zaman klasik şiir geleneğine göndermeler yaparak unutulmaz şiirler yazdı…”(http://siir.gen.tr/)
“Güneşimi arılar yedi gecesiz kaldım
Dört köşe taşların üstünde
Denizin çarşısında yeşil zeytin
Balıklar geçti düdük çala çala
Yaşamaya başladım kaldığı yerden…” Perçemli Sokak adlı şiirinden.
Şiir, roman, oyunlar, denemeler ve çeviriler derken özellikle son yıllarına denk gelen ressamlığı da var Oktay Rifat’ın… Resimle olan ilgisini şu sözlerle açıklıyor:
“Birdenbire resim yapmaya başlamış değilim. Çocukluğumdan beri resim yaparım. Ne var ki yakın zamanlara dek doğru dürüst bir şey çıkaramadım ortaya. Yaptıklarım resim olmadı bir türlü. Zaman zaman umutlanırım, gece gündüz resim yaparım, sonra bu dalga geçer. Galiba şiirin tıkandığı yerde başlıyor resim. 1955’lerde iyice bir şeyler yaptım, akrabalara, eşe dosta verdim. Fuat İzer’in atölyesinde bıraktığım beş on resim var ki onların yok olmasını isterim. Çok kötü şeylerdi. 1978’de hastalık yeniden tepti. 1978’lerde yaptığım resimlerin üstüne başka resimler yaptım. Kimini yeniden boyadım. Yeniden küstüm resme…”
Belki sırf bu sebeple, yeni bir düşünce ve yeni hislerle yoğrulmayan bir metin, olsa olsa kendi kasvetinden söz eder hepsi bu. İçindeki kaostan. Kendi kendini doğurmanın eşiğinden ve çağına çakılıp duran sıkılgan bir sorumluluk hissinden özellikle… En nihayetinde şair/yazar, çağının tanığı olmalı fakat çağının toplumsal kısırlığına sırnaşmayan bir tanışıklıkla. Toplumdan önce bireyin sesiyle buluşmalı. Özgür bireylerin yaratacağı özgür bir toplumun hayalini kurarak biraz da…
Kaynak: http://siir.gen.tr/