Geçtiğimiz pazar günü, (27 Eylül), Ermeni ordusu, Karabağ toprakları üzerinden Azerbaycan’a haince saldırıp bir savaş başlattı.
Ermeni ordusu, saldırının karşılığını fazlasıyla gördü ve halen devam etmekte olan savaşta ağır bedeller ödemeye devam ediyor. Basından edindiğimiz haberlere göre, Azerbaycan ordusu Ermeni işgali altındaki çok sayıdaki köyü işgalden kurtardı.
Bilindiği gibi, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucunda Ermeniler, Dağlık Karabağ’da özerklik ilan ettiler. 1992’de Ermenilerin giriştiği Hocalı Katliamı ile sorun vahşete dönüştü. Ermeniler, bu bölgedeki 7 kantonun tamamını ele geçirdi.
Şunu unutmayalım ki, Ermenistan o bölgede işgalcidir ve kalıcı bir barışın sağlanması için işgal ettiği topraklardan ön koşulsuz çekilmesi gerekir.
Hain bir saldırı sonucu yitirdiğimiz Gazateci Hrant Dink bir konuşmasında bu soruna çok açık bir şekilde işaret etmişti: “Karabağ sorununun çözülmesi gerekiyor. Karabağ sorununa Azerbaycan, Türkiye, Ermenistan, Rusya, ABD, neyse artık, bir araya gelip orada açık ve net söylüyorum, Ermenistan’ın işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmesi lazım.”
Değerli yazar, yayıncı Erdal Öz, ilk olarak 1976 yılında ziyaret ettiği Sovyetler Birliği izlenimlerini “Allı Turnam” adıyla kitaplaştırmıştı. Daha sonra, kitap “Bir Gün Yine Allı Turnam “adıyla tekrar basılmıştı. Eserin özellikle Azerbaycan’ı anlatan bölümlerini büyük bir hayranlıkla okumuş ve o coğrafyayı görme isteği uyandırmıştı.
Tam 30 yıl sonra, 10 Mayıs 2006’da, KIBATEK Edebiyat Sempozyumu nedeniyle Bakü’deyim. O gün şehirde büyük bir hareketlilik vardı. Çünkü 10 Eylül, Azerbaycan Cumhuriyetinin kurucusu Haydar Aliyev’in doğum günüydü.
İlk ziyaretimiz “Şehitler Hıyabanı”na yapmıştık. Şehitliğin sağ girişinde Karabağ’da şehit düşenler için bir bölüm ayrılmış. Burada siyah mermer üzerinde şehitlerin portresi, ad ve yaşları yer almakta. Kadın- erkek, çocuk, genç yaşlı… yüzlerce masum insan. Bu katliam ve işgal tüm Azerbaycan’ın adeta ruhuna işlemiş. O günün akşam yemeğinde “Sarı Gelin” türküsünü söyleyen Azeri bayan şarkıcının son derece üzgün olduğunu görmüştük.
“Yahşi söylüyorsunuz” dedi bazı arkadaşlar. Söylediği parçalar hep dokunaklıydı. Sonradan öğrendik ki hareketli parçalar söylemek yadırganıyor.
Daha sonra bir şiir şöleni için başka bir kente giderken, iki genç bayan şair, konuk olarak bize katılmıştı. Şiir okumak üzere mikrofona çağrıldıklarında ikisi de şiir okumayı kabul etmemişti. Birisi katliamlardan sonra şiir yazmayı bıraktığını, öbürü de Karabağ işgalden kurtarılıncaya kadar şiir okumayacağını belirtmişti. Adorno’nun o ünlü sözü geldi aklıma, “Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarcadır.” Genç şairin tutumu Adorno’yu adeta doğrular nitelikte.
Türkiye ve Azerbaycan iki kardeş ülke. Azerbaycan’a ayak basar basmaz bunun izlerine rastlarsınız.
Örneğin, Bakü Asya Üniversitesi’nde bir salon. Salonun dış kapısında “Türk Otağı” yazısı. Altında bir not: “Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yaptırılmıştır. Şubat 2002”
Salona girdiğinizde, karşımızdaki duvarın sağ tarafında Haydar Aliyev portresi ve altında Sayın Aliyev’in bir sözü: “Bir halk, iki dövlet”, duvarın sağında Yüce Atatürk’ün bir portresi, altında da “Ne mutlu Türküm diyene” özdeyişi. Sol duvarda da yine Atatürk portresi ile “Gençliğe Hitabe.”
İki ülke arasında savaş başladıktan bu yana, Ermeni vatandaşlarımız hedef gösterilerek provokasyona yönelik bazı eylemlere tanık oluyoruz. Bu provokatörlere en güzel yanıtı Rahmetli Hrant Dink vermişti.
Kimliği, yaşam tarzı ne olursa olsun, hep beraber, bir arada, aynı havayı teneffüs ederek kardeşçe, barış içinde yaşamak dileğimizdir.
YORUMLAR