Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Orhan Tüleylioğlu

BİR ÖZGÜR YÖNETMEN: FELLİNİ

İtalya’nın en ünlü yönetmenlerinden Federico Fellini, “Benim açımdan film çekmek bir seyahate çıkmak gibi. Ve bir seyahate çıkmanın en ilgi çekici kısmı yoldayken keşfettiklerindir” diyor, şunları ekliyordu: “Bana öyle geliyor ki, ben sinema için doğmuşum, aynı nefes almak gibi farkında bile olmadan yapıyorum bunu.”

Fellini, sinema kariyerine yeni gerçekçi yönetmenlere senaryo yazarlığı yaparak başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen İtalyan yeni gerçekçi akım, sinemayı Hollywood’un hayal fabrikasından uzaklaştırıp harabeye dönmüş kentlere, toplumsal koşullara, hayatta kalmaya çalışan halka yöneltmiş, çekimler stüdyolardan sokaklara taşınmış, özel tasarlanmış dekorların yerini gerçek hayat alanları almıştı. Fellini, 1950 yılında yönetmen koltuğuna oturdu ve yaşamı boyunca belli kalıplara sadık kalmayacağını dile getirdi. Zaman içindeki her türlü değişime açık bir ifade sergiledi:

“Yaptığım tüm işlerin yeni gerçekçi tarzda olduğuna inanıyorum. Tabii bu uzun bir hikâye. Benim gözümde yeni-gerçekçilik bütün geleneklerden uzakta, önyargısızca gerçeği görme biçimidir. Peşin hükümlü olmadan, gelip gerçekliğin tam önüne araba park etmek gibi düşünebiliriz. Ama eğer filmler yalnızca soğuk ve objektif bir göz aracılığıyla gerçeği gösteriyor olsa, insanlar filmlere niye gitsinler ki? Çıkıp sokakta birkaç tur atmak daha akıllıca olurdu. Benim gözümde yeni gerçekçilik, gerçekliğe dürüst bir gözle bakmak demek, ama her türlü gerçekliğe değil, aynı zamanda ruhani ve metafiziksel gerçekliğe, içinde insan olan her şeye.”

Yaramaz bir çocuk gibi görünenin arkasını yoklayıp gerçekte orada ne olduğunu keşfetmeyi seviyor; hayatın uyumak, yemek yemek, cinsellik gibi hayvansal güdülerin ötesinde bir anlamı olduğunu söylemeye çalışıyor, insanları düşünmeye yöneltmek istiyordu:

“Hakiki bir problemi gösterip sonra da bunu çözümlediğinizde, seyirci kendi hayatındaki sorunların da kendiliğinden çözüme kavuşacağı ve bunun için mücadele etmeyi bırakabileceği fikrine aldanmış oluyor. Filmlere mutlu sonlar döşediğinizde, seyircinizi sıkıcı bir basmakalıp bir hayat yaşamaya teşvik etmiş oluyorsunuz, çünkü artık onlar bunun için uğraşmasalar bile bir gün, bir yerde onların da başına mutlu olayların geleceğinden emin hale geliyorlar. Aksine mutlu sonları kendilerine altın tepside sunmayarak onları düşünmeye sevk edebilirsiniz; o kendinden emin olma duygusunu bir nebze ortadan kaldırabilirsiniz. Böylece kendi cevaplarını bulmak zorunda kalacaklardır.”

Yaptığı bütün filmlerde yatan temel düşünce, geleneksel şemalardan kurtulmak, ahlak kurallarından özgürleşmekti. Bir başka deyişle, hayatın dayattığı yapay biçimlerin yerine, hayatın otantik ritmini, can alıcı temposunu koymaktı. Ona göre, sinema muazzam bir silah, gerçek bir büyüydü. Duygularımız ve hayal gücümüzün düzleminde çok ciddi değişiklikler yaratabilirdi. İyi bir filmin kusurları olmalı, içerisinde hatalar bulunmalıydı, tıpkı hayat ve insanlar gibi:

“Sinema, hayatı anlatmanın, Tanrı’yla yarışmanın kutsal bir yoludur. Başka hiçbir meslek, tanıdığımız, bildiğimiz dünyaya bu kadar benzeyen fakat aynı zamanda bilmediğimiz tanımadığımız dünyaları yaratmaya imkân tanımaz.”

Fellini işine büyük bir aşkla bağlıydı. Onun açısından film çekmek sadece yaratıcı bir ürün değil, varoluşsal bir ifade biçimiydi. Para ve başarı hiçbir zaman umurunda olmadı. Hollywood’dan gelen oldukça kârlı teklifleri reddetti. Bağımsızlığın kişinin hayatındaki en önemli şey olduğuna inanıyordu. Ona göre, bir kişi buna sahipse, kimse onu parayla, yağcılıkla veya vaatlerle çökertemez veya şantaj yapamazdı:

“Amerika kocaman bir ülke, güzel, kapsamlı ve çekişmeli. Bir film yönetmeni açısından hayali bir altın şehir olabilir. Ama benim açımdan değil. Hayallerinizi yurdumuzda fark etmelisiniz, kalbinizin attığı yerde. Benim Mekke’m Roma. Benim dilim, duygularım, deliliğim, yeteneklerim ve alışkanlıklarım hep İtalyan, Avrupalı bile değil.(…)

Para kazanırdım fakat yaşama sevincimi kaybederdim. Film çekmek dediğin şey de benim gözümde bu demek: hayat sevinci, hayat mücadelesi, hayat komedisi ve hayatın cazibesi. Hayır! Hayır! Hayır!”

 

 

 

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER