Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Bırakın, çocuklar okusunlar…

Bırakın, özgür kalsınlar… Kimi

Bırakın, özgür kalsınlar…

Kimi 12 yaşında, kimi 13… Hepsinin ortak noktası, çocuk olmak! Ve hepsinin ortak sonu, gelin olmak! Ne kurtulabildiler bu sondan ne de nokta koyabildiler bu hikayeye. Ama içlerinden biri o ‘nokta’ için ayakta…

Selvi Sertdemir, aslen Konyalı. Ama yaşamını Kıbrıs’ta sürdürüyor. Şimdiye dek üç kez yılın annesi seçilmiş. 54 yaşında… Ama onun asıl hayatı, 13’ünde başlamış! İstememiş, ama çocuk gelin olmuş! Oysaki herkes gibi onun da hayalleri varmış, öğretmen olmak istiyormuş. Ama ertelemiş. Aslında asıl ertelediği şey, hayatı olmuş.
-BAŞKA OLMASIN-
Hayatın yükünü çok erken omuzlayan 4 çocuk annesi Selvi Sertdemir ile Antakya ziyaretinde bir araya geldik. Eğitimini dışarıdan tamamlayan, Açık Öğretim Fakültesi’nden mezun olan, çocuklarıyla beraber resim kurslarına katılan, yılın ressamı onur ödülünü alan, özgüvenini kazanıp kendi ayakları üzerinde durabilmeyi başarmış bir kadınla konuşmanın keyfinde, diğer çocuk gelin hikayeleri için sorduk kendisine. Biz sorduk, o anlattı. Yüreğine damlamaya devam eden 13 yaşın hikayesinde, başka çocuk gelinler olmasın diye anlattı.
‘Çocuk’ ve ‘Gelin’ kavramlarının size anlattıkları noktasında başlarsak eğer, sizin hikayeniz, bu kavramlar arasında nasıl şekillendi?
Benim de herkes gibi hayallerim vardı. Ama o hayaller, babamın verdiği bir sözle sona erdi. Bir arkadaşının oğluydu. Bunu duyduğum o an çok üzülmüştüm. Çünkü ortaokula gitmeyi planlıyordum. Cevabım ‘hayır’dı, ama babamı da üzmek istemedim o dönem. Çünkü babamı çok severdim. Üzülmesini istemedim. Zaten o da benim için, ‘kabul etmezse bir daha konuşmayacağım’ demiş Anneme. İstemeye istemeye kabul etmek durumunda kaldım. Oysa ki ben okumak istiyordum. Resim Öğretmeni olma hayalimi gerçekleştirmek istiyordum.
Geçtiğimiz Mart ayında, “Çocuk Gelinlere Hayır’ projeniz kapsamında Kuzey Kıbrıs’ta bir etkinlik düzenlediniz. Hatta Hatay’dan da bazı sanatçılar katılım gösterdi, ki projenizin Hatay Temsilcisi olan Ahşap Yakma Sanatçısı Zeynep Gülbol da bu isimlerden biri oldu. Oradan çıkan mesaj ne oldu?
Evet, çok anlamlı bir buluşma oldu. Verilen destekler de o açıdan çok önemliydi. Aslında bu tür etkinliklerle, projemizin temsilci sayısı da artıyor. Bu önemli. Çünkü bizim söylediğimiz şeyler çok net… ‘Çocuk Gelinler Olmasın’ diyoruz, tabi buna ‘kadın haklarını’ da ekliyoruz. Bunlar önemli. Zira baktığınızda bugün hala ‘çocuk gelinler’ var. Onlar sesini duyuramıyor. Çünkü 12-13 yaşlarında çocuklardan bahsediyoruz. Duygusal olarak eli kolu bağlı çocuklardan bahsediyoruz. Bu anlamda bize verilen her destek çok önemli. Ama yeterince destek aldığımızı da söyleyemiyorum ne yazık ki. Belki de Konya’da olsaydım, bu kadar şey başaramazdım. Ama Kıbrıs’ta, daha güçlü ve daha özgürüm. Daha fazla şey yapabildim, yapabiliyorum.
Hayatınızı ‘ÇOCUK GELİNLER’e adayan biri olarak, ‘başardım’ diyor musunuz, yoksa henüz yolun başında mısınız?
Yok, hayır… Henüz yolun başındayım. Daha yapılacak çok fazla şey var. Ama her şeye rağmen, bazen ‘ne kadarını başarabileceğim’ diye kendi kendime sormuyor değilim. Çünkü ortaya koyduğumuz emek boşa gitmesin istiyoruz. Bilmeyenler için söyleyeyim… Ben bu çalışmaya ilk olarak Lefkoşe’de başladım. Orada çocuk gelin vakası yaşanmadığı halde, insanlar da medya da bana çok yardımcı oldu. Yaptıklarımız ses getirdi. Ses getirince de projemiz büyüdü. Bugün geldiğimiz nokta bu anlamda çok önemli.
Anne babalara belki çok iş düşüyor ama, peki devlet ne kadar etkili bu noktada? Sizce kanunlar yeterli mi Türkiye’de?
Hayır, yeterli değil. Zaten ifade ettiğiniz gibi, ‘yeterli’ olsaydı eğer ‘çocuk gelinler’ olmazdı. Açıkça söylemek gerekirse, imam nikahının ‘resmi nikah’ kadar serbest ve özgür olduğu bir ülkede yaşanan bu olumsuzlukları engellemek gerçekten de zor.
Çocuk Gelinler sorununu anlattığınız ve kendi hayatınızı oynadığınız bir de kısa filminiz var. Peki, başka şeyler de düşünüyor musunuz?
Aslında bu konuya ilişkin olarak bazı sinema teklifleri var. Ama şu aşamada bunu değerlendirme noktasında değilim. Belki ileriki bir dönemde olabilir. Neden olmasın?
Peki, hangisi zor? Başkasının hayatını oynamak mı yoksa kendi hayatınızı mı?
Kendi hayatımı oynamak ve anlatmak daha zor. Çünkü size ait olanın içindesiniz yine. İster istemez duygulanıyor-sunuz.
Yeniden yaşananlara dönüyorsunuz. Aynı şeyleri tekrar ediyorsunuz. Bu sizi üzüyor. Kısa filmimin çekiminde beni oynayan 13 yaşında bir çocuk vardı. Öylesine duygu dolu anlar ki o anlar, ben o çocukla dahi konuşamadım. Beni oynayan o çocukla dahi konuşamadım. Sanırım biraz fazla duygusalım.
Son olarak… Mesajınız nedir?
Lütfen çocukları okutsunlar. Ama sadece kız çocukları için söylemiyorum bunu.
Erkek çocuklarını da okutsunlar. Okutsunlar ve hayatlarını ellerinden almasınlar.
-Tamer Yazar-