Akropolis, Antik Yunan medeniyetinin inandığı tanrıları için inşa ettiği tapınakların olduğu ve bu nedenle kutsal sayılan bir bölge. Atina’ya tepeden bakan ve her sene binlerce turisti ağırlayan Akropolis’e karşın 500 rakımlı Saint Simon
Atina’nın tepesindeki “Akropolis”, her sene yaklaşık 4.5 Milyon turisti ağırlıyor! Kutsal olarak kabul edilen ve Antik Yunan tarihinin en önemli kalıntılarına ev sahipliği yapan bölgedeki en büyük ve en gösterişli tapınak ise, şehrin koruyucu tanrıçası olarak kabul edilen Athena adına yapılmış Parthenon Tapınağı. Günümüzde yalnızca bazı sütunları ayakta kalmayı başarabilmiş olsa da, dünyanın her yerinden sadece bu tapınağı görmeye gelenlerin sayısı Atina şehrine ciddi paralar kazandırmaya devam ediyor. Atina’nın mitolojik kralları Erectheus ve Cecrops için yapılan Erechteion Tapınağı ise bölgenin bir diğer ziyaret noktası.
Hikayeye göre, Atina şehrinin koruyucu tanrısı olmak için Athena ve Poseidon arasında bir yarış düzenlenir. Hangisinin vereceği hediye daha yararlı olacaksa, şehrin tanrısı da o olacaktır. İlk olarak, Poseidon, elindeki 3 başlı mızrağı yere vurur ve bir çeşme ortaya çıkar. Herkes sevinir! Ancak Denizlerin Tanrısı Poseidon’un çeşmesi tuzlanır ve pek bir işe yaramaz. Sıra Athena’ya gelmiştir. Athena, elindeki mızrağı yere vurur ve ortaya bir zeytin ağacı çıkar. Dünyadaki barışı ve refahı temsil eden bu zeytin ağacı halk tarafından benimsenir ve Athena, şehrin tanrısı ilan edilir. İşte bu yarışmanın yapıldığı yer, Erechteion Tapınağı’nın bulunduğu yerdir. Turizm sektörünün fazlasıyla önemsendiği Yunanistan’da, Athena’nın yarattığı zeytin ağacını temsilen, hikayenin geçtiği yerde sürekli olarak bir zeytin ağacı bulunur. Bu ise, ‘tanıtım’ ve ‘pazarlama’ noktasında gelinen noktanın ciddiyetine işaret eder!
Akropolis, ‘Tanrılar Şehri’ Atina’nın, ‘mitolojik’ geçmişini ne denli iyi kullandığının en önemli göstergesidir. Atina’ya gidenlerin vazgeçilmez mola noktalarından biridir o yüzden. Tur rehberleri eşliğinde gerçekleşen yürüyüşlerin en önemli istasyonudur. Turist rehberleri, bu alana gelenleri, ‘Tanrılar’ ve ‘güç savaşları’ ile dolu öyküler içinde gezdirir.
İnsanın aklına tek bir şey geliyor, bu cümleleri yazarken ve yazılanları okurken! Peki ya bizde? Bizdeki ne durumda? Özellikle de, 1500 yıllık Saint Simon Manastırı’nın öyküsünde duranlar soruyor bunu! 500 rakımlı bir tepenin zirvesinden antik kentlerin coğrafyasına bakan bu bin yıldan yaşlı Manastır’ı bilenler soruyor. Sorarken de, her sene milyonlarca turisti ağırlayan 2500 yıllık “Akropolis” kadar olmasa da, 1500 yıllık Saint Simon’un ‘kaç’ turist ağırladığını sorguluyor!
-ALKIŞ MOLASI!-
Geçtiğimiz günlerde ‘Şimdi Hatay Zamanı’ başlığında gerçekleşen Kültür ve Turizm Sempozyumu’nda bu kent adına sorulması gerekenlerin kaçta kaçı soruldu, bilinmiyor! Ancak ‘alkışın’ bol olduğu ve herkesin birbirini ‘kutladığı’ bir toplantıdan Hatay’a ‘ne kaldı’ sorusuna bir an önce cevap vermek gerekiyor. Özellikle de “Akropolis” örneğini verdiğimiz bir turizmcinin, izlediği bu sempozyumun ardından bizlerle paylaştığı şu cümleler bağlamında…
“Hatay, Atina ile karşılaştırılmaması gereken bir kent! Çünkü turizmi çok ciddiye alanların yönetimindeki bir şehirden bahsediyoruz. Öyle ki, bahsettiğimiz kent, Atina, her sene milyonları ağırlıyor. Bir dünya kenti, ki sahip olduğu mitolojik geçmişi de çok iyi pazarlıyor. Örneğini verdiğiniz Akropolis bunun en net karşılığı zaten. O kadar güzel tasarlanmıştır ki, Akropolis’ten çıkarılan tüm antik eşyalar ile heykelleri, hemen girişinde yer alan Akropolis Müzesi’nde görme şansı sunar size. Yani tüm parçalar özenle bir araya getirilmiştir orada. Sadece 2017 senesinde 1.5 Milyon turisti ağırlamış bir müzeden bahsediyoruz. Aslında, turizmden doyan ve bu yüzden de ‘turizmle yatıp turizmle kalkan’ bir kentten bahsediyoruz! Onlarla aramızdaki temel fark da bu galiba… Zira biz, ‘olsa da olur olmasa da’ kısmındayız hala! Ne demek mi istiyorum? O zaman şimdi gelelim bizdekine… Atina’nın 2500 yıllık tapınaklar tepesine karşı, Defne ilçesinin 500 rakımlı bir tepesinde yer alan 1500 yıllık Saint Simon Manastırı’na…
Son Sempozyum’da herkes o kadar güzel anlattı ki bu kenti… Hatta herkes, ‘e o zaman helva yapsak mı’ kıvamına geldi! Yani, tüm malzeme var, ama helva yok, bu tescillendi! Ama şu da bir gerçek ki, eldekilerin farkında bile değiliz. Saint Simon’u anlatabiliyor muyuz mesela? Sahi, ‘Şimdi Hatay Zamanı’ başlığında gerçekleşen Kültür ve Turizm Sempozyumu’na katılanların kaçta kaçı görmüştür burayı? Belki de çok azı! Peki, en son ne zaman görmüşlerdir? Gelsinler ve görsünler! Görsünler ve üzülsünler! Neden bu kent, elde bu kadar malzeme varken ‘ana yemeğinde’ sorun yaşıyor, anlasınlar! Anlasınlar ve slogan atmayı bıraksınlar! Gerçeğimizin ne kadar acıttığının farkına varsınlar. Sadece Saint Simon mu? Dor Mabedeni’ne gitsinler! Beşikli’ye gitsinler! Eşsiz mozaiklerin sergilendiği Müzemizin rutubetli halini fark etsinler! Kışın havaalanına inen turistleri karşılayan su kovalarını izlesinler! Çatısı akan bir memleket inşa etmişiz, bunu bir kabul etsinler! Yoksa ‘sen beni alkışla’, ardından ‘ben seni alkışlayayım’… Peki, sonunda? Sonu yok! Bu filmin ne yazık ki ‘mutlu’ bir sonu hiç yok!”
M.S. 6. yüzyılda inşa edildiği bilinen Saint Simon Manastırı’nın bulunduğu bölgenin Samandağ ilçesi sınırlarına dahil edilmesi hakkındaki talebi içeren Samandağ Kaymakamlığı’nın 25.09.2017 tarih ve 2068 sayılı yazısına ‘red’ cevabı veren Defne ilçe belediyesine, eldekinin bu ‘yorgun’ ve ‘hazırlıksız’ halini yıllardır ‘muhafaza’ eden İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne, en çok da Hatay Valiliği’ne soralım… ‘Alkışlar’ arasında bir Hatay Sempozyumu’nu geride bırakan bir kent adına, var olanı ‘il turizmine’ kazandırmak için hala neden bir şey yapmadığımızı soralım! Bulunduğu bölgeyi de bölge insanlarını da önemli ölçüde değiştirebilecek potansiyeli barındıran böylesi bir inanç noktasını neden ‘uluslararası tanıtımın’ önemli bir halkası haline getirmediğimizi soralım! Ama sorduklarımızın orta yerinde bekleyen hikayesini okumadan da bugünü bitirmeyelim…
-HİKAYESİ-
Stilitler Tarikatı’nın kurucusu, Saint Simon Stilit (İ.S.389- 459) olarak kabul ediliyor. Anlatılanlara göre, Kilikya ile Suriye’nin birleştiği sınır bölgesinde doğan ve genç yaşta Antakya’da yaşamaya başlayan Simon, bir manastırda aldığı temel din eğitiminden sonra kendini kentin dışında bir hücreye kapatır. Burada 3 yıl yaşadıktan sonra, kentin yakınında bir dağa çıkarak, burada kendini bir kayaya zincirler ve çevresine çizdiği bir çemberin dışına çıkmadan yaşamaya başlar. Sabrı, dayanıklılığı ve inancı ile ismi kısa zamanda duyulur… Hıristiyanlık dünyasının her yanından hastalar, dertliler, çaresizler Simon’a akın etmeye başlar.
Milattan sonra altıncı yüzyılda, St.Simon adına buraya bir manastır yapılır. Ve yine anlatılanlara göre, burada inzivaya çekilen St. Simon, 20 metre yüksekliğindeki taş bir sütunun üzerinde tam 45 gün yaşar.
-40 FIRIN-
Evet, St. Simon’un üzerinde yaşadığı sütunun da olduğu kalıntılar bugün hala o 500 rakımlı tepenin zirvesinde meraklılarını bekliyor. Ancak söylenen şey oldukça net! Atina’nın Akropolis’i olmak için daha ‘40 fırın ekmek yemek’ gerekiyor! Tamer Yazar