Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan
“Restorasyon projeleri noktasında durup da ‘HATASIZIZ’ demek için çok gecikmiş bir şehiriz” diyenlerimiz çok fazla.
Ama bu diyenlerimiz genelde gölgelerde fısıldıyor bu cümleleri ve isimlerini de saklı tutuyor. Çünkü kimse ‘KRAL
ÇIPLAK’ deyip de ‘KÖTÜ’ olmak istemiyor… Olan da bu kente oluyor!
Restorasyon çalışmalarının en yoğun yaşandığı tarihi kentlerden biri olan Antakya’da yapıla gelmiş yanlışlara yenilerinin eklenmemesi adına temenniler paylaşılırken, bu konudaki en net uyarı, Ankara’dan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi.
İstanbul Fatih Belediyesi’nce Yenikapı Etkinlik Alanı’nda düzenlenen “Kültürel Mirası İhya Restorasyon Projeleri Tanıtım Programı”nda konuşan Erdoğan’ın buna dair mesajları arasında dolaşırken, İstanbul başlığında sıralanan cümleleri Antakya adına da tekrar ettik. Çünkü ‘tavsiyeler’ de ‘eleştiriler’ de her iki şehir başlığında yan yana ilerledi. İlerlerken de kayıplarımıza yeni kayıplar ekledi, ama umudun hasadı da vardı… Gerisi mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan devam etsin mi?
“Restorasyon deyince, aklımıza içimizi acıtan nice görüntü de geliyor. Ülkemizde, tüm gayretlerimize rağmen hala önüne geçemediğimiz şekilde tarih ve kültür cellatları kol geziyor. Güya aslına uygun şekilde restore edilen, ama duvarlarındaki horasan sıvalarının kazınıp üzeri çimentoyla, kumla kaplanan nice eserler duyduk, gördük. Restorasyon adı altında asırlık taşları, tuğlaları sökülüp yerine kalıpla çimento dökülen nice surlar, binalar duyduk, gördük. Her santimi el emeği, göz nuru ahşap işleme kapıları, pençeleri, pervazları sökülerek, yerine plastik ürünler konulan nice konaklar, evler duyduk ve gördük. Bir dönem tarihi camileri yıkma, yıkılamayanları da depo, işyeri, hatta ahır olarak kullanma, açma modası vardı. İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun dört bir yanında bu tahribatın izlerini halen görüyoruz. Restorasyon adı altında sergilenen tarih ve kültür facialarının bu anlayıştan bir farkı yoktur.”
-KENTİ YÖNETENLER-
Türkiye’nin restorasyon konusunda oldukça birikim kazandığını, gerek kamu kurumlarının gerekse vatandaşların tarihi eserlerin yenilenmesinde bu birikimi kullanmaları gerektiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri, dar sokakları içinde ‘çimento’ miktarının giderek arttığı bir kent adına, kent yöneticilerine de önemli şeyler fısıldamıyor mu?
Peki, tüm bu fısıldananların arasından çıkıp bize ait olanları, eldekileri, kalanları, kalabilenleri sıralayalım mı? Sıralayalım ve yanlışlarımızı netleştirelim…
-DEMİRDEN RESTORASYON-
Konuşması sırasında ‘yıkma, bozma, tahrip etmenin kolay, inşa ve ihya etmenin zor’ olduğunu vurgulayan Erdoğan’ı dinlerken, Antakya Uzun Çarşı içindeki bir Osmanlı mirası olan Kurşunlu Han’ı es geçmek mümkün mü? Oldukça uzun süren bir restorasyon süreci geçiren Han, düne dair tarihin Osmanlı izlerini taşıyan ender yapılardan bir tanesi.
Çalışmaları biten restorasyonun bugüne ekli son fotoğrafında bugün dahi eleştirilmeye devam edilen şey mi? Taş bedene eklenen ve eklendiği noktada sırıtmaya, sırıtırken de ‘BEN BURAYA AİT DEĞİLİM’ demeye devam eden demir bir merdiven.
Bu eklentiye bakarken, Erdoğan’ın uyarıları arasında duran bir cümlede kısa bir mola vermek gerekiyor… “Bir eserin kıymetini bilmek demek, onu doğru ellere, ehil insanlara teslim etmek demektir…” Peki, bu demir merdiven, bu cümlenin tam olarak neresinde? Hangi ehil ellerde?
Bu duruma tepki gösterenlerin ortak bir sorusu ve o soruya ekli bir umutsuzluğu var! Soru mu? Bugüne kadar bu yapının bu son halini gezen Bakanlar dahi bir şey demezken, bizlerin ‘YANLIŞ’ demesi ne değiştirecek sahi? Cevap mı? Henüz yok!
Ama vatandaş cevabına eklenen kısım oldukça net… O da şu ki, ‘yanlış’ olanın ‘resmi’ anlamda ‘doğru’ olarak tescillendiği bir Türkiye’de ‘olması’ gerekende ısrar etmek gerek.
-ÇİMENTO VE TUĞLA-
Sayfaya eklenen tarihi Antakya evi, Habib-i Neccar Camii karşısında, Koca Abdi Mahallesi-Turan Sokak’ta. Tarihi evin geldiği son hal ‘düşündürmeli’ mi? Cevap, evet… Peki, eldeki tek örnek mi? Cevap, hayır… Tamam da bu evlerin bu hale gelmesi nasıl bir sürecin karşılığı? Ya da nasıl bir denetimsizliğin? Eğer ki bu evler ‘tescilli’ ise ‘koruma’ şemsiyesi altında olmaları ya da hak ettikleri tamiratı ve bakımı görmeleri gerekmiyor mu? Evet mi? O zaman bu evler neden sahiplerinin ‘çaresizliğine’ terk ediliyor? Bakılması ve tamir edilmesi ciddi maliyetleri gerektiren bu evler, hangi mantıkla maddi zorluk çeken ev sahiplerinin ‘zorunlu’ tercihlerine bırakılıyor?
Eldeki Antakya evinin ahşap aksamlarını dolduran ‘bugün’, bu zorunlu tercihin yoksul karşılığı! Aslında hemen birkaç adım ötesinde çok daha sorgulatan başka bir örnek daha var… Demir bir kafes içine alınan ve uzun zamandır kurtarılmayı bekleyen bir başka örnek! Ama merak edilen, plansız bir şekilde betonlaşan-betonlaştırılan batı Antakya’nın gölgesinde kaderine terk edilen eldeki bu ‘dün’ adına ne zaman ‘slogan’ atmayı bırakıp eldekileri ‘kurtarmaya’ başlayacağımız… Bilen var mı?
-1500 YAŞINDA!-
Bu senenin yaz başında, Samandağ-Aknehir’deki 500 rakımlı bir tepenin zirvesinde yer alan 1500 yaşındaki Saint Simon Manastırı’nın yıkıntıları arasında dolaştık. Hala ayakta kalan-kalabilen Manastır duvarlarının sprey boyalı hallerine bakıp, iç geçirdik. Yabani otların sardığı 1500 yaşındaki yapının hemen yanı başında ‘bugün’ yapısı bir binanın yıkıntılarını izledik. Hala orada ‘ne’ arıyor, merak ettik. Haberimizin ardından ‘belki’ bir şeyler düzelir diye de bekledik! Ama yaz sonu ikinci defa gittiğimizde her şey aynıydı. Hatta bir grup ziyaretçinin, sabah kahvaltısını Manastır’dan geriye kalan koca bir parçanın üzerinde yapışını izledik. ‘Rahatlığımıza sağlık’ dedik! Yok! Ne bir güvenlik vardı ne de bir yetkili! Kaderine teslim bir kentin dışında kimse yoktu!
-BİR KURU DİL-
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’daki konuşmasında, Mehmet Akif Ersoy’un, “Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir/Onu en çolpa herifler de emin ol becerir/Sade sen gösteriver ‘İşte budur kubbe’ diye/İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye/Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan/Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok/Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok…” dizelerini aktarmış…
Haksız mı? Yıkması kolay, peki yapması… Bozması kolay, peki ya düzeltmesi! -Tamer Yazar-