BU SESE KULAK VERELİM!

Sinan Seyfittinoğlu gazetemizde yer alan “Pasif İsyan Ediyorum” başlıklı yazısında şunları söylüyordu: “6 Şubat depreminden sonra kaybettiğimiz şehrimiz, dostlarımız, akrabalarımız hafızalarımızdan bir türlü silinmiyor. Deprem sonrası gerek devletin ilgisizliği gerek ise coğrafyamızda dur durak bilmeyen felaketlerin devamı dayanma gücümüzü çok düşürdü. Böyle zamanlarda dirençli dirayetli olmak lazım ama ben bir gazeteci olarak her gün yazdığım […]

Sinan Seyfittinoğlu gazetemizde yer alan “Pasif İsyan Ediyorum” başlıklı yazısında şunları söylüyordu:

“6 Şubat depreminden sonra kaybettiğimiz şehrimiz, dostlarımız, akrabalarımız hafızalarımızdan bir türlü silinmiyor. Deprem sonrası gerek devletin ilgisizliği gerek ise coğrafyamızda dur durak bilmeyen felaketlerin devamı dayanma gücümüzü çok düşürdü. Böyle zamanlarda dirençli dirayetli olmak lazım ama ben bir gazeteci olarak her gün yazdığım onlarca felaket ve çaresizlik haberlerinden sonra isyan etmeye karar verdim. İsyanımın adını da “pasif isyan” koyuyorum. Çünkü bu memlekette aktif isyan tek başına bir kişinin yapabileceği bir şey değil ve kendinizi aktif isyan sonunda cezaevinde bulabilirsiniz. (…)”

Yazı, yalnız usta bir gazetecinin gözlemlerini, öfkesini, haklı isyanını değil, iyi bir edebiyatçının içten duyarlılığını, yüzyılın felaketini yaşamış bir kentin isyanını da yansıtıyordu.

Sinan, bu konudaki art arda yazdığı yazılarında, depremden sonra Hatay’da hiçbir şeyin yolunda gitmediğini, olumlu hiçbir gelişmenin olmadığını söylerken, değişen yaşam biçimlerine ve halkın dayanışmasına dikkat çekiyor, şunları ekliyordu:

“… Biz Antakya’da kafamızı kuma gömmedik. Ülkemiz yangın yeri ve ormanlarımız talan ediliyor, yanıyor. Akbelen halkının ormanlarını korumak adına verdiği hak mücadelesini de ayakta alkışlıyor buradan enkazların arasından onları selamlıyorum.”

Sinan’ın yazılarını okurken, yıllar öncesine gittim; karikatürist Asaf Koçak’ı ve karikatürlerini anımsadım birden.

Asaf, asıl sevdası olan karikatüre yoğunlaşmak için 1986 yılında öğretmenlikten ayrılarak Ankara’ya yerleşmiş, karikatürün diliyle üretmek, karikatürün gücüyle var olmak istemişti. Ona göre mizah, ciddi bir şeyler söyleminin en iyi yoluydu.

On dört yıl gibi çok kısa süren karikatür serüveni boyunca birçok başarı ödülüne değer görülen sanatçı, sergiler açtı, karikatürleri dergi ve gazetelerde yer buldu. Göç Hatırası adlı albümü yayımlandı. Büyük Simbad adlı kısa metrajlı bir filmde oynadı. Bu film bir yarışmada birincilik ödülü aldı.

Asaf, 1993’te Sivas’ta yitirdiğimiz aydın ve sanatçılardandı. O, ödün vermeyen, çektiği bütün sıkıntılara karşın, kendi doğrularından ve değerlerinden ayrılmayan bir sanatçıydı. İyiden, doğrudan yana; eksilmeyen, sürekli çoğalan bir umutla çizmeyi sürdürdü. “Deve Kuşu” karikatürlerinin temel imgesiydi. Toplumu, toplumun olaylar karşısındaki tutumunu bu imgeyle eleştiriyor, şunları söylüyordu:

“Politik-sosyal çizimlerle ve hikâyelerle harmanladığım deve kuşları, bu topraklardaki insanların birer kopyasıdır aslında. Toplumumuzda ve dünyamızda yaşanan maskaralıklara karşı edilgenliktir deve kuşu.”

Asaf Koçak, dünyanın zorluklarına mizah ile karşı koyuyordu. Toplum, olup bitene sessiz kalmasın, deve kuşu gibi başını kuma gömmesin, hesap sorsun, konuşsun, tartışsın, tepkisini göstersin, hakkını arasın diye çizip duruyordu.

Sözün özü; Türkiye, deve kuşu örneği, Antakya’nın çaresizliğini, sorunlarını görmüyor duymuyor… Antakya gazetesi emekten, sevgiden, insandan yana büyük bir tutkuyla çıkmaya devam ediyor…

Sinan’ın, Antakya’nın sesine, isyanına kulak verelim. Kafamızı kuma gömmek, sorunları görmezden gelmek, sorunları çözmüyor, daha da büyütüyor…

Exit mobile version