Trafiğe kapattığımız Saray Caddesi’nin insan dolu, ara ara notalarla ve şarkılarla dolu hali içinde adımlayanları karşılamaya devam eden, etrafı demirden bir çitle çevrili boşluk, ‘resmi’ ilgi bekliyor. Ancak ne Müze Müdürlüğü ne de ilgili başka kurumlar eldekini omuzluyor.
Burada ne var? Neyin karşılığı? Nasıl bulundu? Hikâyesi ne? Koruma (!) altına alınmasının (!) sebebi ne? Sorumlu (!) kurum noktasında yapılan çalışma ne? Bu kentin düne ekli hikâyesi içindeki yeri ne? Bunun gibi daha bir çok ‘soru’nun olduğu bu ‘boşluğun’ olduğu yerdeki yalnızlığı kentin turizmine katmama inadını nasıl anlamak gerekiyor bilinmez ama, dünün Roma’sının çevresine atılmış, fırlatılmış ya da usulca bırakılmış çöplere uzun uzun bakıp Antakya adına üzülüyorsunuz. Bir dönem ‘marka kent’ komisyonlarını Valilik başkanlığında kuran ve o komisyonlarda ‘slogan’ üretip gerçek vadeden bir kentte, ‘nereden nereye’ gelmişiz noktasında biriken hesapta durup verilen açıkları toparlamaya çalışıyorsunuz.
-NİYE BULUYORUZ?-
Buna dair vatandaşlar konuşsun mu? Önce bir öğrenci…
“Buradaki üniversiteyi ilk kazandığımda, müthiş heyecanlandığımız hatırlıyorum. Antakya ismini hep duydum. Roma ve Kudüs ile anılan 3. Dünya kenti… Burası, inançların kenti… Kültürlerin ve dillerin… Farklı farklı insanların bir aradalığının kenti… Ama en çok da, toprağının altında biriktirdikleriyle diğer birçok dünya kentinden ayrılan da bir yer. Ama gelmeden önceki duygularınızla buradakilerle karşılaştıktan sonrakiler aynı değil. Şimdi mi? Hayalkırıklığı… Belki daha fazlası. Yaz dönemleri ailecek tatile çıktığımızda, hepimiz tarihe çok meraklıyız. Bu tür öncelikli tercihlerimiz oluyor mesela. O tür yerlere gidiyoruz. Şimdi bizimkiler burayı soruyor. Nasıl, diye… En başta burası! Ne demeli, bilmiyorum. Bir zamanlar yanı başında bir bilgilendirme tabelası varmış. Şu an ben bile 2 senedir buradayım, yanından geçip duruyorum… Ne zaman çıkmış, nasıl çıkmış, tarihi ve hikayesi neymiş, merak ediyorum. Düşünün ki, bu zenginliğe sahipsiniz ama, anlatmıyorsunuz. Bakın, ‘anlatamı-yorsunuz’ demiyorum. Anlatmıyorsunuz! Burada ben açık açık kasıt ararım. Eldekileri neredeyse halının
-KENT YÖNETİMİ-
Şimdi de bir turist…
“Bir haftadır buradayız. Kelimelerle anlatılacak bir şey değil burası. Buraya gelmeden önce bize lüks otellerden bahsedildi ama, biz geldikten sonra eski şehir içinde taş evlerden yapılma butik otelleri görünce, bavulları topladık ve hemen yer değiştirdik. Şimdi çok memnunuz. Taş ve ahşap bir evde kalmak gibisi yok. Annemlerin Büyükada’da böyle bir evleri var hala. Tabi çok daha büyük ama, böyle… Şanslısınız, diyeceğim ama! Şansınızı, mirasyedi gibi harcamışsınız. Her şey o kadar kirlenmiş ve bozulmuş ki, insan üzülüyor. Şimdi gördüğümüz kadarıyla ticari işletmeler açılıyor sıklıkla. Bu da iyi. Ancak bu konuda da ciddi bir karışıklık var gibi.
Ve sorunuza gelelim… Burası ne sahi? Çünkü ilk geldiğimizde yanından geçip gittik. Yanlarına banklar koymuşlar. Biz önce inşaat çukuru sandık ama, değilmiş. ‘Tarih var’, dediler. ‘Ne tarihi’ diye sorduk, söylemediler. Aslında söylemeyediler. Çünkü kimse bilmiyor. ‘Taş kemer’ diye geçiştiriyor herkes. Aslında gördük ki, bu şehirde bu tür şeyler ‘resmi’ ve ‘özel’, her şartta geçiştiriliyor. Ama dürüstçe bir şey söylememe izin verin… Bir gün gelir, ‘bu günleri’ ararsınız. Çünkü kayıplarınız şimdiden bile çok fazla.” Tamer Yazar