Bunlar Carl Schmitt’in, günümüzdeki öğrencileri

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener AKP Genel Başkanı ve  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum” açıklaması ve ardından Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararına Yargıtay üyelerinin suç duyurusunda bulunması kararını eleştirdi. Akşener partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmada yargı krizinin bilinçli çıkarıldığını belirterek Erdoğan’ın hukuk anlayışını Hitler’in hukuk anlayışına benzetti. İYİ Parti […]

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener AKP Genel Başkanı ve  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum” açıklaması ve ardından Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği hak ihlali kararına Yargıtay üyelerinin suç duyurusunda bulunması kararını eleştirdi. Akşener partisinin Meclis grubunda yaptığı konuşmada yargı krizinin bilinçli çıkarıldığını belirterek Erdoğan’ın hukuk anlayışını Hitler’in hukuk anlayışına benzetti. İYİ Parti Lideri “Bir anayasal devlet krizine sebep olan, hukuk dışı bir fiili duruma, çözüm üretmek yerine, hemen, Anayasa değişikliği arayışına girdiler. Yani, fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler. Böyle bir zihniyetin Türk devletine; devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz. Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır.” diye konuştu.

Akşener  10 Kasım’da Cuma hutbesinde,  Atatürk’ü anmayan Diyanet işleri Başkanı’nı “bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun!  Hâlbuki İslâm kültüründe, vefa vardır.  Bir insanın, sahip olabileceği, en büyük erdemlerden biri, vefadır.  Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı, ve buna göre davranmayı gerektirir. Yüce dinimiz hakkında, milletimizi aydınlatmakla görevli bir kurumun, sergilediği bu vefasızlığa, elbette tahammül gösteremeyiz. Çünkü; Devletin memuru olan, Diyanet mensuplarından; Cumhuriyetimizin kurucusuna, saygı beklemek; her bir vatandaşımızın, en doğal hakkıdır.  Eğer ki bugün, memleketimizde, ezanlar okunuyorsa; Eğer ki bugün, gökyüzünde, şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa; Eğer ki bugün, toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa; bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz!

Akşener’in konuşması özetle şöyle:

Biliyorsunuz önce;  “Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor.” dendi; sistem değiştirildi. Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vasıfları, teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz, harap edildi.Bugün geldiğimiz noktada ise; Ak Parti iktidarının, neden olduğu krizler silsilesinden, son olarak;

anayasa ve hukuk düzeninin de, payını aldığını görüyoruz… Zaten uzun bir zamandır, hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine, güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla, çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk…Biliyorsunuz önce;  “Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor.” dendi; sistem değiştirildi.  Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vasıfları, teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz, harap edildi.  Bugün geldiğimiz noktada ise;  iktidarın gözü, yine hukuka dikildi… Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, uzunca bir zamandır,  hukuktan şikâyetçi…Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında; Parka inşaat yapılmasını reddeden, Koruma Kurulu’na, Başbakan sıfatıyla; “Reddi reddederiz.” diyerek,  karşı çıkan kendisiydi.  Cumhurbaşkanı sıfatıyla; “Anayasa mahkemesinin, kararına uymuyor, saygı da duymuyorum.” diyen de kendisiydi.

Twitter’a getirilen, erişim engelinin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen,  Anayasa Mahkemesi kararına,  “Gayri millî karar.” diyerek karşı çıkanlar da; yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı…Her fırsatta, hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren, bu zihniyetin;biriktirdiği garabetler dizisinin, sonucunu da; nitekim, geçtiğimiz hafta yaşadık…  Can Atalay davasıyla ilgili, hukuk skandalları; 8 Kasım itibariyle; artık bir anayasa krizine, bir devlet krizine dönüştü.  Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, tıpkı Sayın Erdoğan gibi; “Anayasa Mahkemesinin  kararına uymuyorum; saygı da duymuyorum.” Dedi.

Üstüne de, el yükseltip; hak ihlali kararı veren, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında,  suç duyurusunda bulundu. Hatta, o da yetmedi;  Hızını alamayıp, millet iradesinin tecelligâhı,Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de, sopa gösterdi.   Bu hukuksuzluk karşısında,  iktidar tarafından yapılan, ilk yorum ise; kararın, “millîliği” üzerine oldu…Değerli dava arkadaşlarım; Gelin, bir hukuk tarihi yolculuğuna çıkalım…

Dönemin, ünlü Alman anayasa hukukçusu, Carl Schimitt’e göre; güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler; sadece teferruattan ibarettir.  Yasama, yürütme ve yargı erkleri;

Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla, Hitler’in, karar ve emirlerine bağlıdır.  Bu yetki ise, geçerliliğini hukuktan değil; fiili durumun, kendisinden alır. Yani, Carl Schmitt’e göre hukuk; fiili durum, gerçekleştikten sonra,  onu, yasal hale getirmek için, gerekli olan,  bir aparattan ibarettir.

Nitekim; Nazi hukukunun, de-facto işleyişinde; kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil,  sonradan yasa aracılığıyla, meşru ve  okunulmaz kılınmıştır.  Bu anlayışa göre; Hakimiyet milletin değil; Hakimiyet Hitler’indir. Hukuk üstün değildir; Führer üstündür. Yargıç, bağımsız olamaz; Sadece, liderin emirlerinin, uygulayıcısı olur.

Dolayısıyla yargı;  herkes için, adaleti tecelli ettiren değil;iktidarın, gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini,  yasallaştırma organıdır.  Şimdi gelelim günümüze… Bu tablo, size de tanıdık geldi mi? Belli ki, bazı saray sakinleri,  ilhamını, Carl Schmitt’ten almış…Nitekim, tam da bu yüzden; Carl Schmitt’in, günümüzdeki öğrencileri; bir anayasal devlet krizine sebep olan, hukuk dışı bir fiili duruma, çözüm üretmek yerine,  hemen, Anayasa değişikliği arayışına girdiler. Yani, fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler. Böyle bir zihniyetin Türk devletine; devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz. Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır.  Değerli dava arkadaşlarım; Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden; siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden; siyasi rant devşirmeye çalışmak; en hafif tabiriyle, ayıptır. Buradan iktidara seslenmek istiyorum: Yahu muhteremler;

Anayasa değişikliğini konuşmadan önce; mevcut Anayasa’ya, uymanız gerekiyor. Siz daha, var olan Anayasa’nın, hükümlerini yok sayarken; neyi, nasıl değiştireceksiniz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir şahsa, ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir hukuk devletidir. Kimlerin, hangi haklara, hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği;  Kimlerin, neyi yapıp, neyi yapamayacağı; peşinen, kurallarla belirlenmiştir. Bu kurallar işlerse, hukuk devleti vardır. Onun için de;  hukuk devletinde, keyfine göre kuralların dışına çıkacak,  bir fert, zümre veya organ yoktur, olamaz.   Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk  Milletinindir.  Milletimiz, bu egemenlik hakkını, yetkili organlar eliyle kullanır.  Hiçbir organ, veya hiçbir kişi de; kaynağını Anayasa’dan almayan, bir devlet yetkisi kullanamaz.  Bu çok açık ve nettir! Anayasamızın getirdiği, devlet nizamı; birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır.

Bu mekanizmaların, herhangi biri işlemezse, nizam aksar. İşte bu yüzden; Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin oluşturduğu,  hukuk dışı fiili durum, devlet nizamını aksatmış, ve bir anayasal devlet  krizine, neden olmuştur. Halbuki; Anayasa Mahkemesi kararları kesindir.  Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar.  Herkes uymak zorundadır.  Nitekim; Anayasa’nın 158’inci maddesinin, son fıkrası, aynen şöyledir:

“Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.” Dolayısıyla, siz hâlâ, neyi tartışıyorsunuz? “Yargısal aktivizm” diyerek, neyi meşru kılmaya çalışıyorsunuz?  Mahkemelerin aldığı kararlar, elbette siyasi düzlemde,  demokratik metotlarla eleştirilebilir. Hatta kararlara, tepki de gösterilebilir.  Nitekim, Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin,  anayasaya yönelik saldırısının, hemen öncesinde; Aynı Anayasa Mahkemesi; yine, dönemin Almanya’sından, esintiler  barındıran, “Dezenformasyonla mücadele” yasasıyla gündeme gelen; “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunun,  ve bu suça, hapis öngören düzenlemenin, iptalini reddetmişti.

Biz de, bu kararı eleştirdik. Bu eleştirinin, haklı olduğunu da  düşünüyoruz.  Ama çıkıp da; “Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır.” demeyiz. Yargıtay’dan, bir dairenin; Anayasa Mahkemesi’ni, bundan ötürü suçlamasını;  aldığı karara uymamasını; ve AYM üyelerini hedef göstermesini; hiçbir koşulda kabul etmeyiz. Hele ki; Gazi Meclisimizin, kurumsal yapısının,  aynı Yargıtay dairesi tarafından, hedef alınmasına,  göz yummayız. Nereye hizmet ettiği, belli olmayan odakların, millet iradesini hedef almasına da,  asla izin vermeyiz.

Carl Schmitt Kimdir?

Alman’da Hitler diktatörlüğünün hukuksal altyapısını hazırlayan  felsefeci olarak bilinen Schmitt Vikipedi’de şöyle tanımlanıyor: 11 Temmuz 1888, Plettenberg’de doğdu. Siyaset felsefesi alanında da görüşlerine başvurulan, Alman anayasa hukukçusuydu. 20’inci yüzyılın en tanınmış fakat en tartışmalı Alman anayasa hukuku ve uluslararası hukuk uzmanlarından biri olarak tanındı. Schmitt, 1933’ten itibaren Alman Nazi rejimine dahil oldu: 1 Mayıs 1933’te Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne üye oldu ve Nazi rejiminin sonuna kadar partisine sadık kaldı. Schmitt, 1934’te gerçekleşen ve Röhm Darbesi adı verilen darbe hareketini, Führer nizâmı adını verdiği hukuk teorisi ile aklamaya çalıştı. 1935’teki Yahudi düşmanı Nürnberg Yasaları’nı, özgürlük anayasası adıyla nitelendirdi. 1936’da NSDAP çevreleri tarafından oportünizmle de suçlandı. Partideki görevlerine son verildi, ancak NSDAP üyesi olarak kaldı. Hermann Göring’in himayesi sayesinde Schmitt, Prusya Ayan Meclisi’nin bir üyesi olarak kaldı ve Berlin’de üniversite profesörlüğünü de sürdürdü. Schmitt’in düşünce alemi, güç, şiddet ve hakkın kullanımı sorunları etrafında dönüyordu. (Sami Gökçe)

Exit mobile version