Olması gereken noktada değil!
Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü yapısının onda biriktirdiği zenginliğini yaşamına, mutfağına, ruhuna yansıtmış bir şehirde nefes alıp vermenin ayrıcalığında duran, bunu da üstüne basa basa dile getiren bir isim, Mimar Juanna Baram ama… “Eskinin zarafetinin üzerini, yeninin ‘görünür olma’ derdinin örttüğünü düşünüyorum” diyecek kadar da endişeli, yeterince sahiplenilmediğini düşündüğü şehri adına…
Röportaj/Bekir Atahan
Bu kent adına ne zaman birileri ile bir araya gelsem, ortaya çıkan kelimeler coşkulu olduğu kadar, hüzünlü de oluyor. Binlerce yıllık bir geçmişin topraklarında, eski bir Roma kentinde dünü solurken, birkaç yüzyıllık evlerin ahşap ve taş hikâyesinden kalan, kalabilen şehrin ağırlaşan yorgun silueti, galiba o hüzne dair.
Bugünün çerçevesi içine yerleşen fotoğraf karelerinin sahibi, Mimar Juanna Baram olsun, kendi beklentilerini ve özlemlerini paylaşsın, bunu yaparken de hepimizde biriken soruları cevaplasın.
Juanna merhaba. Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğin için sana çok teşekkür ederim. Bize kendini tanıtır mısın?
Merhaba Bekir. Asıl ben teşekkür ederim. 1990, Antakya doğumluyum ve 2008’den itibaren mimarlık eğitimi almak üzere geldiğim İstanbul’da yaşıyorum. Aile mesleği olmasından dolayı, inşaat işleri, zaten çocuk yaşlardan itibaren içinde olduğum bir meseleydi. Babamın mesleğine olan tutkusu, bana ilham kaynağı oldu ve beni mimarlık eğitimi almaya teşvik etti. 2013 yılında, Bahçeşehir Üniversitesi’nde Mimarlık eğitimimi tamamladım. 2015 yılında ise Bilgi Üniversitesi’nde, 2 yıl süren Mimari Tasarım Yüksek Lisans Programı’nı bitirdim.
Biz Hataylılar, şehrine düşkün insanlarız. Burası, birçok açıdan çok özel bir şehir. Ama ben, şehrimizin estetik yönden olması gereken noktada olmadığını düşünenlerdenim. Bir mimar gözüyle, bize biraz -yaşadığım şehir Antakya’dan başlayarak- gözlemlerini ve fikirlerini aktarır mısın?
Kadim uygarlıklara ev sahipliği yapmış, kozmopolit yapısıyla, mutfağıyla ve tarihi dokusuyla dünyada adından söz ettirmiş bir şehir, Hatay. Fakat kıymetini bilemediğimizi düşünüyorum. Bir yanda, hala şehrin tarihi dokusunu hissettiğiniz eski Antakya sokakları, bir yanda ise ortak bir mimari dilin olmadığı, bağlamdan kopuk ve karmaşadan ibaret yeni Antakya… Eskinin zarafetinin üzerini, yeninin görünür olma derdinin örttüğünü düşünüyorum. Şehrini seven bir halkız, fakat onu yeterince sahiplenemediğimizi ve köklü tarihine yeterince hakim olamadığımızı görüyorum.
Küçük ölçekte Antakya üzerinden konuşuyor olsak da, büyük ölçekte, Türkiye’nin problemi bu aslında. Eski olanı, yani aynı zamanda tarihimizi korumak, ona özenle ve hassasiyetle yaklaşmak, kente olan aidiyet duygumuzun gelişmesi için de çok önemli. Bu kolektif bilincin oluşması için ilkokul çağlarında aldığımız eğitimler büyük önem taşıyor. Ülkemizin kültürel değerlerini ve ortak miraslarını küçük yaşlardan özümseyebilmemiz için, kentlerin tarihini, mimarisini kapsayacak ve sanat olgusunu hayatlarımıza dahil edecek derslerin küçük yaşlardan bizlere verilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu alt yapıya sahip olmak; tarihe tanıklık etmiş kentin caddelerine, sokaklarına, konaklarına, taş duvarlarına, avlularına, kapılarına bir müdahalede bulunurken, ona incelikle yaklaşmamızı sağlayacaktır.
Kimi zaman da, bu kadar kıymetli topraklara hiç bir şey yapmamak da en doğru çözüm olabiliyor. Bu bağlamda, Mehmet Şah Vakıf İşhanı’nın yıkılıp yeşil alana dönüştürülmesinin, kent için çok olumlu bir girişim olacağını düşünüyorum. Bu proje hayata geçirilirse, kentin ortasında yaratılmış olan bu boşluk, şehrin nefes almasını sağlayacak ve insanların birbirleriyle olan etkileşimini arttıracak. Aynı zamanda kente kazandırılan bu meydan sayesinde, köprünün diğer tarafındaki eski Arkeoloji Müzesi, tarihi Meclis Binası, Adalı Konağı ve eski Belediye Binası gibi, kente kimliğini kazandıran yapıların, kent ve kentli ile olan ilişkisi kuvvetlendirilmiş olacak.
Çok haklısın. Yerinde bir tespit. Ben, bu problemi, ‘’modernleşme’’ sevdası olarak yorumluyorum. Bu durum, geç modernleşen ülkelerin, eski olana tahammülünün olmaması ya da yeni olana duyduğu arzu olarak da yorumlanabilir. Kent belleğini oluşturan önemli unsurlardan biri, bence, Antakya sokaklarını ikiye bölen ve tamamen işlevsel amaçlar için yapılmış olan su yolları. Onun üzerini asfalt ile örtmek, tarihin üzerini örtmek ile aynı şey benim için.
Tabela kirliliğine gelince… Rekabetçi piyasa ortamında, ticari amaç güden dükkanlar, işletmeler, görünür olmanın derdindeler haklı olarak. Markalarını ve yaptıkları işi en iyi temsil ettiğini düşündükleri tabelalarıyla, aslında şehrin siluetine ne kadar etki ettiklerinin farkında değiller. Kimi metal, kimi ahşap, kimi ışıklı tabela ile kendini ifade edebiliyor. Çeşitli kısıtlamaların olması ya da ortak bir dil yaratılması gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul’un tarihi semtlerinden biri olan Balat’ın kafe ve mağazalarının tabelaları dikkatimi çekti. Ve ardından araştırmaya başladım. Belli ki, bir kişinin daha canını sıkmıştı bu tabela mevzusu. Bir kaç kişiye sorduktan sonra, hakikaten de, yine Balat’ta bulunan ‘Klasik Tabela’ diye bir dükkânın sahibi olan grafik tasarımcının işleri olduğunu öğrendim. Geçmişteki tabelalardan ilhamını alan bu tabelalar, bulunduğu bölgenin dokusu ile uyumlu olup, son derece özenli ve mütevazi işlerdi.
Bu doğrultuda, bizim şehrimizde de tek bir elden olmasa bile, çeşitli kısıtlamaların geldiği, bulunduğu tarihi bina ile yarışmayan, onun güzelliğinin önüne geçmeyen bir uygulama ile kirliliğin giderileceğini düşünüyorum.
Sen de mobil yaşayan birisin, yurtdışı seyahatlerin de oluyor. Avrupa’da durum nasıl? Şehrin dokusunu bozmayacak ve aynı zamanda ekolojik dengeye katkı sağlayacak planlamalar nasıl yapılmalıdır? Yeni yapılar nasıl konumlanmalı ve hangi özelliklere sahip olmalı?
Avrupa’da, şehrin dokusunun değişmemesine çok önem veriliyor. Sistem, eskiyi koruyup iyileştirmek üzerine kurulu. Nüfus artıyor ve ihtiyaçlardan dolayı şehirler tabi ki de büyüyor, ama bu gelişim, tarihi bölgede değil de şehrin farklı alanlarında gerçekleşiyor. Şehre, tarihine, dokusuna inanılmaz bir bağlılık var. Paris, Prag, Barselona, Roma, Floransa gibi Ortaçağ kentlerini ziyaret etme şansım oldu. Hala tarihi iliklerinize kadar hissetmeniz mümkün. Hala binalar ortak bir dile sahip ve şehrin gelişen kısmı için tanımlanan alanlar var. Bunun için makro ölçekte kentsel planlama çalışmaları olmakta. Şehir plancılar kentin büyümesini öngörürken, tarihi dokuya zarar vermeyecek, şehrin kontrollü bir şekilde büyümesine olanak sağlayacak, kaliteli bir yaşamın sağlanması için gerekli sosyal alanların, yeşil alanların baştan düşünüldüğü, alt yapı eksikliklerinin giderildiği planlamalar yapıyorlar.
Hatta yakın tarihte, 2016 yılında, global bir problem olan küresel ısınmaya bir çözüm sunabilmek ve sağlık, refah düzeyini arttırabilmek adına, Barselona şehir planı için yeni bir öneri getirildi. Yukarıda bahsettiğim bloklar, 9’arlı kümeler halinde birleştirilerek, tek bir ‘süper blok’ olarak tanımlandı. Bu süper bloklar, kendi içerisinde araç trafiğine kapalı olup, yayalara ve bisikletlere açık olacak şekilde planlandı. Bu planlamayla, araçlardan kaynaklanan gürültü ve hava kirliliğini azaltmak, ekolojik dengeye katkı sağlamak amaçlandı. Eksikliği hissedilen kamusal alanların arttırılması ile beraber, kentliyi aktif bir yaşama teşvik edecek mekanlar yaratmak hedeflendi.
Dünyanın birçok kentinde, buna benzer planlamalar yapılmakta ve önlemler alınmaktadır. İnsanları toplu taşımaya ve yürümeye yönlendirecek, engelli dostu kentler tasarlamamız gerekiyor. Bu planlamalar, idari yönetimlerin görevi dahilinde olsa da, biz kentliler olarak ekolojik dengenin korunmasına katkı sağlayacak ilk adımı, araç kullanımını minimuma düşürerek atabiliriz.
Antakya’yı biraz daha konuşursak… Şehrimiz büyümekte zorlanmakta! Çevreyolunun paraleli olan Karaksi, Gülderen gibi bölgeler gelişmekte. Bu bölgelerde nasıl çalışmalar yapılabilir, kent estetiği ve doğru şehircilik planlama açısından?
Her şehir gibi, Antakya da yoğun nüfus artışına maruz kalmakta. Özellikle son 5-10 yılda aldığı mülteci nüfusla, kent merkezindeki kapasitenin dolduğunu ve çevreyolu aksında büyümenin gerçekleştiğini görüyoruz. Fakat bu büyümenin kontrollü bir şekilde olması ve önceden planlanması gerekmektedir. Örneğin bundan 15-20 yıl önce, Ekinci bölgesinde yapılaşma çok azdı ve bu bölge, şehir merkezinden uzak sayılırdı. Dolayısıyla, şehrin merkezinden uzakta yaşamak isteyenler için bir kaçış noktasıydı.
İlk yapılan sitelerden biri olan Antik Kent, 2 katlı ve müstakil evlerden oluşan bir yerdi. Şimdi ise yanına konumlandırılan yüksek katlı apartmanlar nedeniyle, Ekinci bölgesinin siluetinin zedelendiğine şahit oluyoruz.
Şehir planlama, birden çok değişkeni göz ününde bulundurarak, hassasiyetle ele alınması gereken bir konu. Şehrin kontrollü büyümesi için makro ölçekte kentsel planlama çalışmaları yapılması gerekiyor. Sosyolog, antropolog, psikolog, mimar, şehir plancı gibi birden fazla disiplinin bir araya gelerek, kent için kararlar alması gerekiyor. Yerleşim alanları, ticari alanlar, yeşil alanlar, çocuklar için oyun alanları, araç ve yaya yolları, bisiklet yolları, aydınlatma elemanlarına kadar, her biri ayrı tasarım başlığı altında tartışılmalı ve kente fayda sağlayacak, yaşam kalitesini arttıracak çözümler geliştirilmelidir. Ancak bu bütünsel yaklaşımla, büyüme kontrol altına alınabilir.
Bu parametrelerin dışında, mimarın da; bulunduğu doğayı tahrip etmeden, ona uyum sağlayabilecek, şehrin dokusunu bozmayacak yapılar tasarlaması gerekiyor.
Zevkler ve renkler tabii tartışmalıdır. Fakat ben yine de, Antakya’da yeni yapılan bazı binaları ve kamu kurumlarını “zevksiz” olarak tanımlıyorum. Sen, kent dokusuyla uyumlu binalar çiziyorsun. Sence, yeni yapılan binalarda ve kamu kurumlarında hangi hassasiyetler gözetilmeli?
Bunun bir reçetesi yok, ne yazık ki. Mimarlık, sadece göze ‘güzel’ gelenden ibaret değildir. Bir yapının estetik yönden sahip olduğu özelliklerinin dışında, fonksiyonel özellikleri de çok önem taşımakta. Yapının sahip olduğu işleve cevap verebilmesi, bulunduğu bölge ile olan ilişkisi, şehir ile olan entegrasyonu büyük önem taşımakta. Özellikle kamu kurumları özelinde konuşursak… Yapının, vermek istediği ideolojik mesaj yüzünden, ikonik bir objeye dönüşmemesi gerekiyor. Yapının, insan ve fiziksel çevre ile kurduğu ilişkinin, görüntüsünden önemli olduğunu düşünüyorum.
Bununla beraber, bina tabi ki estetik açıdan da bazı kriterleri sağlamalı. Fakat estetik algı o kadar göreceli bir şey ki, bireyin gözü, aldığı eğitim, büyüdüğü ortam gibi birden çok parametreye bağlı. Dolayısıyla, şehrin görüntüsünün tamamen bireysel zevklere bırakılmaması gerektiğini düşünüyorum. Çeşitli kısıtlamaların ve sınırlamaların (malzeme-renk-ölçek) olması, şehrin karmaşık siluetini düzene sokması açısından iyi olacaktır.
Tarihi dokusu bu kadar özel olan bir şehrin yeni yapılarının görünür olma derdinden kurtulması gerektiğini düşünüyorum. Mütevazı yapılar tasarlayıp, ona ince dokunuşlar ve düşünülmüş detaylarla karakter katmalıyız. Böylelikle yapılar, güzel şehrimizle yarışmaktansa, onunla ahenk içinde olmayı başaracaktır.
Bir şehrin ekonomisinde ve turizminde mimarinin önemi nedir?
Mimari, şehrin karakterini belirleyen en önemli unsurlardan biri ve bu noktada çok önemli bir rol oynuyor. İlk olarak, fiziksel çevre, o kenti diğerlerinden farklı kılıyor ve gelen turistin hafızasında yer ediniyor. Kentleri farklılaştıran özellikler, kentin kimliğinin oluşmasını sağlıyor. Dolayısıyla ilk yapacağımız şey, mevcut olan dokunun korunmasını sağlamak ve onu iyileştirmek. Örneğin Antakya’yı özel kılan sokaklarını, kiliselerini özenle koruyarak, restorasyonlarını aslına uygun şekilde yapmak… Yeni yapılacak olan binaların mimarisinin de o yere özgü olması da en önemli kriter bence. Tarihi şehrin önüne geçmeyen, yerel malzemelerin kullanıldığı tasarımlar yapmayı önemli buluyorum. Gelen turistin hafızasında yer eden Antakya algısının korunması ve değişmemesi, turizm açısından büyük önem taşımaktadır.
Örneğin Yunan Adaları, ekonomisinin büyük bir çoğunluğunu turizmden sağlıyor. Bunun en temel sebeplerinden biri, özgün olması, dünyada eşi benzerinin bulunmaması ve yüz yıllardır aynı dokuyu koruyor olmasıdır. Bizim şehrimizde de, Antakya Belediyesi’nin bir projesi olarak, Kurtuluş Caddesi’ni şehrin turizm merkezlerinden biri haline getirmeyi amaçlayan, nitelikli yapıların renovasyonu ve caddenin trafiğe kapatılması gibi girişimler var. Hem kentin tarihi aksını canlandırmak, hem de araç yoğunluğunun bu değerli akstan uzaklaştırılması adına, bu girişimi çok olumlu buluyorum.
Son olarak, yetkin olsa, Antakya’da hangi başlıkları ele alırdın? Hayalindeki Antakya’yı, Antakya sokaklarını bize anlatır mısın?
Öncelikli hayalim, senin de değindiğin tabela kirliliğini ortadan kaldırmak olurdu. Tüm tabelaları, eskiye atıfta bulunarak, tek bir dil oluşturacak şekilde ele almak isterdim. Bunun için de, ilk başlayacağım cadde Kurtuluş Caddesi olurdu. Aslında bu projenin bir hayal olarak kalmayıp hayata geçirilmesi, gerekli desteklerin sağlanması ile pek mümkün.
Tarihe tanıklık etmiş eski Antakya sokaklarını bir açık hava müzesi gibi tekrardan ele almak ve bir sahne gibi kurgulayıp, kimi yerde sokakları eskiden olduğu gibi gaz lambaları ile aydınlatmak isterdim. Günümüzde Londra’nın Cowley Caddesi, Pickering Sarayı, Kensington Sarayı’nın bahçesi gibi merkezi bölgelerinin turizm amaçlı olarak gaz lambaları ile aydınlatıldığını görüyoruz.
Tarihe atıfta bulunmak adına, dünyada ilk aydınlatılan cadde olarak geçen Kurtuluş Caddesi’nde de bu uygulamanın hayata geçirilmesi anlamlı olurdu. Kentimizi korumak ve onu iyileştirmek, bizim elimizde. Dolayısıyla, elimizi taşın altına koymalı ve şehrimize özenle yaklaşmalıyız.
Teşekkürler