Antakya kent merkezinin bazı noktalarına eklenen Büyükşehir Belediyesi destekli
ilanlarda, “Dünya’nın ışıklandırılmış ilk caddesi” ünvanlı Kurtuluş Caddesi’ni vitrine taşıyoruz. Ancak, caddeye gelen turist için ne bir ‘hikaye’ paylaşıyoruz, ne bir ‘uyarı’ ve ne de bir ‘bilgilendirme’! Peki, ‘alt yazı’ ile geçtiğimiz bu sunumun ‘arka planı’ nerede, soralım mı?
Hatay Valiliği web sitesinde, “Hatay’ın az bilinenleri’ başlığında paylaşılan bilgiler arasında ziyaretçilere yönelik bir cümle var. Aslında bu bir soru! “Hatay ilinin, Dünya’nın, geceleri ilk ışıklandırılan caddesine (Kurtuluş Caddesi) sahip olduğunu biliyor muydunuz?” Soru önemli, uyandırdığı merak da! Zira Hz. İsa’nın havarilerine ilk inanan ve bu uğurda canını veren bir Antakyalının adını taşıyan Habib-i Neccar Camii de bahse konu cadde üzerinde yer alıyor ve her sene ciddi sayıda bir ziyaretçi kitlesine ev sahipliği yapıyor. Daha fazlası mı? Var! Cadde; üç dinin ibadethanelerini de aynı noktada topluyor. Katolik Kilisesi, Sarımiye Cami ve Havra, birbirini omuzlayan halleriyle, kadim toprakların coğrafyası adına gelenlere en anlamlı hikâyesini sunuyor bir bakıma.
-HİKAYESİ-
Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ise, ‘dünyanın ilkleri’ arasında yer alan cadde için şu bilgiyi paylaşıyor:
“Kurtuluş Caddesi, Antakya’nın Asi (Orontes) Nehri ile Habib-i Neccar (Siipius) Dağı arasında kalan kısmında, Kışla binası ile Dörtayak Mahallesi arasında yer alır. Kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan cadde, kentin bu bölümünü adeta ikiye böler. Güneybatıdan esen hâkim rüzgar alan cadde, bu konumuyla, kentin nefes almasını sağlayan bir ana arterdir. Antakya’nın, kurulduğu tarihten (MÖ 300) itibaren eski haritalarına bakıldığında, hepsinde de aynı yerde ve doğrultuda boydan boya uzanan bir aksın varlığı dikkati çeker. Bu aks, günümüze kadar birtakım değişikliklere uğramış olsa da, varlığını sürekli korumuştur.
Roma Dönemi Antakya’sının, uzunluğu 2 Roma mili (1 Roma mili= 1478 m) olan ‘Büyük Sütunlu Caddesi’ (Herod Caddesi) ile çakışmaktadır. Antik çağ’ın Sütunlu Caddesi, zaman içinde yer yer toprağın altında kalıp, asıl doğrultusunu kaybetse de, kenti boydan boya geçen bir aks olarak Osmanlı’nın son dönemlerine kadar ulaşmıştır. Bu dönemde, Osmanlı kentinin kendiliğinden oluşmuş dokusuna uygun olarak biçimlenmiştir. Kimi evler yolun ortasına kadar sokulmuş, yol güzergâhı, girintili çıkıntılı bir hal almıştır. Bazı yerlerde son derece daralmış ve yoldan geçmek çok zorlaşmıştır.
Kentin, Fransız işgal ve yönetimi altında bulunduğu dönemde, Halefzade Süreyya Bey’in Belediye Başkanlığı sırasında Cadde için girişimde bulunulmuş, gerekli planlamalar yapılmış, 1928 yılında hazırlıklar tamamlanmıştır. Caddenin açılması altı yıl, tamamlanması dokuz yıl sürmüştür. O zamanki adı Kışla-Dörtayak Caddesi’dir. Fransızlar tarafından hazırlanan haritalarda ‘Rue Jadid’ adı ile ifade edilmiştir. Kışla-Dörtayak Caddesi’nin açılması için çok sayıda yapının yıkılması gerekmiştir. 1929 yılında fiilen çalışmalara başlanmış, 1934’te istimlak işlemleri tamamlanmış, 1935 yılında resmen ulaşıma açılmıştır. Cadde üzerinde, yeni malzeme ve tekniklerle, geleneksel anlayıştan farklı yeni evler yapılmıştır. Cephesi veya sınırları yeni caddenin sınırında kalan bazı eski evler ve diğer yapılar ise varlığını korumuştur.”
-12 SENE SONRA!-
Gazeteci Gila Benmayor, 2007 senesinde geldiği Antakya için şunları dile getirmişti:
“Yıllardan beri görmeyi düşlediğim Antakya, hem şanslı, hem şanssız. Şanslı, çünkü Kudüs ve Efes ile birlikte Hıristiyan dünyasının üçüncü en önemli merkezi. Hıristiyanların ilk mağara kilisesi, Saint Pierre burada. Hazreti İsa’nın müritleri ilk kez Antakya’da ‘Hıristiyan’ diye adlandırılmış. Yani Hıristiyanlar için çok çok önemli bir yer. Şanssız, zira turizm potansiyelini kullanamıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yunan, Roma ve Bizans dönemi benzersiz eserlerin olduğu bu şehre gereken ilgiyi göstermiyor.”
Tarihler 2019 senesini gösterirken ve aradan 12 sene geçmişken, bugün için “bu tespitlerin ne kadarı yanlış” diye sorsak mı? Sorarken de, bugünün konusu olan Kurtuluş Caddesi’ni, kentin birçok yerindeki billboardlara astığı reklamsal ilanlarla gündeme taşıyan Büyükşehir Belediyesi’ne hatırlatsak. Hatta bu hatırlatmayı, “Hatay” adına “biliyor musunuz?” diye soran Valiliğe de yapsak ve bu listeye, ‘genelde bu tür başlıklarda susmayı tercih eden’ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nü de eklesek! Ve şimdi, sorularımız gelsin…
-SORULAR!-
Dünya’nın ışıklandırılmış ilk caddesi derken, bunu, ‘resmi-kurumsal’ anlamda kente ne kadar yansıtıyoruz? Kendi özel hikâyesi yanında, birçok farklı hikâyeyi de sırtlayan caddeye gelenleri, turizm başlığında nasıl karşılıyoruz? Yerli ya da yabancı misafirlerin adımladığı caddenin hiçbir noktasında tek bir ‘tanıtıcı’ ya da ‘bilgilendirici’ tabela yokken, sahip olunanın ‘fayda-zarar’ analizini nasıl yapıyoruz? Yıllar içinde betonlaşan ve düne dair anlatılanların cılızlaştığı caddeyi ve kimliğini korumak için ne yapıyoruz? Bir dönem yerel idare tarafından gerçekleştirilen jeo-radar uygulaması ile keşfedilmek istenen ‘sütunlu Roma yolu’ için ne noktadayız? Dünya’nın ilk aydınlatılan caddesi olan tarihi Kurtuluş (Herod) Caddesi’nin, insanoğlunun ‘yerleşimine ait’ ilk izlerin bulunduğu Paleolitik Çağ’dan bu yana tarihi ve doğal birçok güzelliğe sahip olmuş Antakya’daki yeri adına ne söyleyebiliyoruz?
Çok sorumuz var. Ama son sorumuza cevap, bir turizmciden gelsin…
“Bunu, kurumsal kimlikler çok farklı cevaplarlar belki ama, caddenin, kent turizmi içinde ‘en azından bugün için’ bir yeri yok! Yanlış anlaşılmasın! İçeriği muhteşem bir hikâyeniz olabilir. Anlatır ve merak uyandırırsınız. Hatta uyandırdığınız merakla da çok insanı bu şehre çekersiniz, ama… İnsanlar, merak ettiklerini görmek, hissetmek isterler. Şimdi şunu söylesinler! Bugünün caddesinde yürüyenler, anlatılan o eski Roma’nın, sütunlu yolun, binlerce yıllık görkemli kentin eski coğrafyasını nasıl resimlesin kafasında? Buna dair hiçbir hazırlığımız yok! Var mı? Siz şunu soruyorsunuz hep! Neden caddenin belli yerlerinde buna dair bir bilgi sunulmuyor? Sizce bunu nasıl yapsınlar? ‘Eski Roma’ deseler, olmayacak! ‘Sütunlu yol’ deseler de! Kalan, kendine özel bir karmaşa sunuyor sadece. Kalan demeyelim aslında! Kalabilen!” -Tamer Yazar-