Geriye Elde Ne Kaldı
Üç büyük dine mensup insanların beraberce yaşadıkları,inançların kardeş olduğu, bütün insanlığa örnek olacak hoşgörü, dostluk ve kardeşlik kenti… Ataman Demir’in kelimeleri dünü anlatmış! Peki ya bugün?
Antakya gibi kentler üzerine yazılan kitapların sonu gelmez. Çünkü bu tür kentleri anlatacak kelimeler kendi sınırsızlığında birikir. Biriktikçe dillenir, dillendikçe fısıldar ve sayfalar olur. Yıllardır yitirilen kimlik ve kültür değerlerinden hiç değilse elde kalanları ”kurtarma” çabasındaki bu yoğunlaşmanın Antakya adresi ise, Ataman Demir ve onun fısıltılarının bu kent noktasında biriktiği kitabı, ‘Çağlar İçinde Antakya’…
Prof. Ataman Demir, bir yandan ”Çağlar İçinde Antakya” kitabını bu kente ve ülkemiz kültür dünyasına ”armağan” ederken, bir yandan da sevdalısı olduğu Antakya’daki taş sokakları betonlayan anlayışa karşı mücadele etmiş aslında. Ama bu kent de onu unutmamış. İsmini, aşık olduğu bu eski kentin en yorgun sokaklarının biriktiği bir noktada omuzlamış. Ama!
-KAFESİN EVLERİ-
İsa’dan önce 300 yıllarında başlayan ve günümüze kadar süren hikâyesi içinde mimari ve kültürel mirası ile bugün hala yaşamaya devam eden, aslında yaşamak için direnen eski bir kent, Antakya. Onu ayakta tutan mirası da bu eskiliği belki de! Ancak, eldeki artık çok eski… Eski olduğu kadar da yorgun… Hatta eksilmiş! Ahşabından, taşından, kent kimliğinden… Bakım ve onarım beklerken, yalnız kalmış. O yüzden de yıkılmış. Çökmüş. Artık ayakta bile kalamayacak kadar halsiz düşünce de, hapsedilmiş.
Ataman Demir Sokağı’nın Saray Caddesi’ne ulaşan kısmına gelmeden hemen önce sıralanan evlerden biri, bu hapsedilmiş evlerin en sonuncusu! Birçoğunun buna dair ifadesi ise daha farklı! Onlar, ‘şimdilik’ demeyi tercih ediyor. Çünkü onlar için ‘sonuncusu’ diye bir şey yok! Hep bir ‘sonuncu’ olacak. Bu süreç, sahipsiz bırakılmış evlerin çöküş hikâyelerine konulan noktaların en sonuncusuna kadar devam edecek. Son nokta, Ataman Demir’in Antakya için kaleme aldığı ‘Çağlar İçinde Antakya’ kitabının kapağının da kapatılacağı an olacak. Böylece kafesin evleri için hikâye son bulacak. O son sürpriz olmayacak ama! Beklenen olacak… Uzun zamandır, beklenen ve belki deplanlanan!
-ASFALTI SÖKSEK Mİ?-
Yaşananların şahitliğinde bu evlerin yanı başından geçenler için belki de en trajik kent gerçeklerinden bir tanesi, Antakya’nın düne ekli tarihine aşık, hatta bu tarih için mücadele etmiş Ataman Demir’in isminin verildiği sokağın ‘taş ve ahşap’ evleri arasında ‘ruhsuz’ bir asfalt yolun ilerliyor oluşu…
Cenazesinin defni sırasında mezarına bir avuç Antakya toprağı dökenlerle bu asfaltı bu tarihin orta yerine dökenler aynı kişiler mi sahi?
Bir vatandaşın deyişi de buna dair:
“Bu yoldan aşağıya ne zaman insem, okuduğum kitabı geliyor aklıma. Ne müthiş şeyler yazmış Antakya için. Kimse bilmiyor aslında, nasıl bir kentte yaşıyoruz! Biliyor muyuz? Bence hayır… Ama o kitabın Antakya’sı başka bir kent sanki. Çok görkemli, çok şaşalı… Öyle ki, bugün, dünden binlerce kilometre uzakta kalmış sanki. Hatta o uzaklık her gün biraz daha da artmış. Arttıkça da dün ufukta kaybolup gitmiş. Bu nasıl bir şey, biliyor musunuz? O kitabı okurken, kendinizi sayfaların arasında kaybetmeniz gibi! Bugünden kopuyorsunuz adeta. Başka biri oluyorsunuz. Bir dönemin Roma’sında ya da Helenistik dönemin coğrafyasında yeniden diriliyorsunuz…
Elde kalanın Antakya’sı mı? Bunu görmek için, Ataman Demir’in ismi verilmiş o sokağa gidin! Aslında, mezarına Antakya toprağı atanlar, ismini verdikleri tarihi Antakya’nın dar sokağına asfalt dökenler! Yerel idareciler!
Utanmamız gerek o asfalttan… Taşın ve ahşabın kentine bu soğuk şeyi yakıştırmışız ya, utanmamız gerek. En çok da kendimizden… Yaptığımızdan!
Aslında bu isimliğe bakıp da o dar yoldan aşağıya inenleri öyle bir Antakya karşılamalıydı ki, bir daha çıkmak istemesin içinden, derinlerine kadar inmek istesin, hatta yaşamını da o derinlerde sürdürsün. Ama bugün tam tersine. Her adımınızda gerisin geriye çıkmak istiyorsunuz. Yapılanlara bakıp, ‘Antakya’dan bu kadar mı kaldı’ diye kendi kendinize soruyorsunuz. Soruyorsunuz, ama cevap bulamıyorsunuz.”
-BİR TANE DAHA-
Söylenene eklenen bir diğer gerçeğimiz ise, her gün artık daha fazla gördüğümüz başka bir şey… ‘Bu yapı tehlike arz etmektedir’ diyen başka ‘isimlikler’… Yerel idareler bünyesinde yer alan Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) tarafından asıldığı düşünülen bu ‘dikkat’ tabelaları yerine ‘neden çözüm üretilmediği’ ise bu kentin belki de asıl tartışması gereken bir diğer konu başlığı. Peki, tartışır mıyız? Yoksa, Ataman Demir isminin yanı başına asfalt döken zihniyete ve artan bu ‘dikkat’ tabelalarıma ses çıkarmadığımız gibi, sessiz mi kalırız?
-Tamer Yazar-