Elli yılı aşan akademik yaşamı boyunca birçok mimarın ve genç akademisyenin yetişmesine katkıda bulunan Prof. Ataman Demir için Antakya’nın yeri ayrıydı. Ama bu kent de Demir’i hep yüreğinde taşıdı. Peki, onca zamanın sonrasında, bugün, nasıl bir Antakya kaldı bize? Ataman Demir’in bahsettiği mi, yoksa bizlerin yap-bozlarla yönettiği bir başka kent mi?
Binlerce yıllık geçmişiyle, bu kenti yönetenlerce ismi sıkça Hatay ile karıştırılan Antakya’nın kendisi kadar eski ve kendisi kadar bilinen, dünyanın geceleri ışıklandırılmış ilk caddesinin Katolik Kilisesi noktasındayız. Sırtımızı, arkada akan trafiğe verdik, ardından da adımladık, Sarımiye Cami’ye doğru! Ara sokağın başladığı noktada durduk. Cami’de başlatılan restorasyon çalışmasının karmaşasında asıldığı duvardan indirilen ‘Prof. Ataman Demir Sokağı’ isimliğini aradı gözlerimiz önce! Ardından sağa sola baktık! Olması gereken yere tekrar asılmayan isimliğin, tam karşıdaki yapının duvarına çivilendiğini fark ettik. Ama çivileme şeklimizde durduk bu defa! Maksat neydi bilinmez ama, tek köşesinden duvara tutunmaya çalışan isimliğin sallanan haline denk geldik. Tarihe ve kültüre ekli bakımsız hallerimizin bu son fotoğrafını da çektik. Ardından da, eldeki son Antakya’nın bir diğer hali için, yönümüzü hemen soldaki bir başka ara sokağa çevirdik!
-ANTAKYA TUTKUSU-
“Belediyelerin yönettikleri kentlere verdikleri önem, hizmet kalitesinin de karşılığıdır aslında…” diyenler haklı olmalı! Çünkü Ataman Demir isimliğinin ‘salt bir isimlik’ olmadığını bilenler, yaşanan bu ‘yaptık-oldu’ kısmında durmaya devam ediyor. Çünkü ‘yaptık-oldu’ denenin ‘yapılmış, ama olmamış’ gerçeğinde ısrar ediyor. Özellikle de, Demir’in Antakya tutkusunda durmaya devam ederken!
Antakya’nın kültürel zenginliğini tanıtan “Çağlar İçinde Antakya” ve “Antakya Through the Ages” isimli kitapları ile kadim kentin yorgun coğrafyasını tüm gücüyle omuzlamış Prof. Ataman Demir’in ‘isimlik’ hikayesinin hemen yanı başında duran bir diğer sokağa girme vakti!
-MUTSUZ AYRILIYORUM-
Havarilerin, Hz. İsa’nın öğretisini anlattıkları, ona inananlara ilk kez “Hıristiyan” dendiği mukaddes bir kent burası… Eski çağlarda, nüfusu birkaç yüz binlere ulaşmış, güzelliği ve halkının yaşadığı lüks hayat ile dillere destan olmuş, “Doğunun Kraliçesi” aynı zamanda… Kendine özgü avlulu evleri, bunların içindeki yaşam biçimi, tabii taş döşeli girift sokakları da unutmamak gerek!
Peki, ikinci dar sokağın başında sizi karşılayan asfalt yolu açıklamak isteyen var mı? Bu kısmı, 3 günlüğüne geldiğini söyleyen, ama ziyaret ettikleri noktasında seyahat programını birkaç gün daha uzattığını söyleyen bir turist anlatsın mı?
“Adımlarınız, o dar sokaktan aşağıya indikçe, özensizce zemine yayılan ziftin estetikten yoksun halinden uzaklaşma çabanız belli bir noktadan sonra ruhunuzu da yormaya başlıyor. Gözleriniz bir aşağıya bakıyor, bir de her iki tarafta akan diğer hikayeye… Tahta kapıların ardında bu kenti anlatan bir başka öykü var, bu kesin. O zaman şunu soruyorsunuz kendi kendinize… Böyle bir kenti yönetmeye talip olanlar, restorasyon kavramından ya da eskiyi koruma ifadesinden ne anlıyorlar? Cevabınız, ‘anlamıyorlar’ oluyor! Çünkü anlasalardı, bu olmazdı!
Ayaklarımın altında uzanan asfalttan öylesine rahatsız oldum ki, ne söylesem, bilemiyorum. Tamam,
restorasyon skandalları başlığında ünlü bir ülkeyiz. Ama böylesine az denk geldim açıkçası. Çünkü kapalı kapılar ardında değil, göz göre göre yapılmış bir yol bu! Peki, tarihi ve kültürü bu kadar zengin bir kentte böylesi bir belediye çalışması ‘cezasız’ mı kalmış? Kimse kalkıp bir şey dememiş mi? ‘Yanlış’ deyip de durdurmamış mı? ‘Ne yapıyorsunuz’ deyip, bunu yapanların önünde durmamış mı? Bunların hiç birini yapmamışlar olarak, sonra da bu ülkeden yurt dışına kaçırılan emanetlerin peşine düşüyoruz! Kaçıranlara da hırsız diyoruz! Peki, buradaki tarihsel ihanet ne? Buna dair suskunluk ne? Siz kendi cevabınızı bulur musunuz bilmiyorum ama, ben, gördüklerimden mutsuz biri olarak ayrılıyorum bu kentten. Geride de, inanın, en az benim kadar mutsuz bir kent bırakıyorum. Ona iyi bakın! Gerçekten de iyi bakın!”
-MART SEÇİMLERİ!-
Antakya Belediye Başkanlığı için şu ana kadar ‘adayım’ diyen ya da diyeceklerin kalabalığından beklenen ve istenen şey oldukça net!
Bu kent, klasik belediyecilik kıstasında ele alınabilecek bir kent değil! Önceliği tarih olan, kültürel başlığı altında biriktirdiği zenginliğiyle diğer kentlerden birkaç adım önde giden bir kent. O yüzden de ‘adayım’ diyenlerin eldeki yanlışlar için ortaya koyacağı ‘projeler’ merakla izleniyor. ‘Tekrar Adayım’ diyenlerin de mevcut yanlışlardan ‘nasıl’ döneceğine dair vereceği mesajlar da! Çünkü kaybedilen çok şey var ve kaybedilmeye yakın çok şey… -Tamer Yazar-