Çelişkiler Ülkesi

Sıradan insanda, öngörülebilecek, tarihsel, geleneksel etkilerle ilişkili olarak çelişkiler görülmesi bir noktaya kadar doğal sayılabilir. Ne ki aydında, düşün insanında, bilimcide çelişkiler, tutarsızlıklar doğal sayılamaz. Bu kesimler bir erekle ortaya çıkarlar; bu erekler hata, “olmasa da olur” anlayışını kaldırmaz. İyi değil, çok iyi olmak zorundasındır. Çalışkan değil, çok çalışkan olmalısındır. Özellikle Türk ulusu gibi uluslar […]

Sıradan insanda, öngörülebilecek, tarihsel, geleneksel etkilerle ilişkili olarak çelişkiler görülmesi bir noktaya kadar doğal sayılabilir. Ne ki aydında, düşün insanında, bilimcide çelişkiler, tutarsızlıklar doğal sayılamaz. Bu kesimler bir erekle ortaya çıkarlar; bu erekler hata, “olmasa da olur” anlayışını kaldırmaz. İyi değil, çok iyi olmak zorundasındır. Çalışkan değil, çok çalışkan olmalısındır. Özellikle Türk ulusu gibi uluslar için bu gerçek yakıcıdır.

Oysa gözlenen gerçek tam tersidir. Türk aydını (yoksa “Türkiyeli” mi deseydik), bilimcisi, yazarı Türkçenin yazım (imla) kurallarını, sesletimini, dil tarihini bilmez. Sonuç doğurmayacak ayrıntılar üzerinde günler, haftalar tüketir. Meleklerin cinsiyetini tartışmayı çok sever. Eksiklerinin, yanlışlarının dökümünü hiçbir zaman yapmaz. Tabuları vardır. Okumaz, kendini geliştirmez. Yabancı dil öğrenmez. Biraz öğrenir gibi olan ise o dile öykünür, o sözcüklerle Türkçe konuşup yazdığını sanır. Başına yıllar konarak dillendirilen “kuşak” anıları, meslek lokantaları ya da çay ocakları (“kıraat” yerleri), yeter de artar bile. “Galatımeşhur”larının ayrımında değildir. Nesnel, sakin, dingin, soğukkanlı değildir. Akademisyense “her şeyi o bilir”, her şey ondan sorulsun ister. Sahi prof. doç. sanlarının adının başına yazılmasını bu denli isteyen topluluk, bir gelişmiş ülkede var mıdır?.. Ürettikleri nedir? Çoğu sade suya tirit. İş yapılamadığına, işlerin neden sonuçlandırılamadığına şaşmamak gerek!

Bütün bu sayılanlar az gelmiş gibi, bir de çelişki üstüne çelişki. Çoğunun da kaynağı içtensizlik, çıkarcılık. Evet, içtenliğin bulunmadığı yerde hiçbir şey olmuyor.

Birkaçını sayalım; bakalım hak verecek misiniz?

Ana muhalefet partisinin yöneticisidir ama hem ülkeyi beladan belaya sürüklemiş ve sürükleyen hükümetin dilini, söylemini paylaşır, o parti için “ak” sözcüğünü kullanır. Çünkü yaptığı işe kendi inanmıyor. Başka parti ya da partilerden daha dindar daha etnikçi görünmeye çabalamaktan hiçbir zaman ve koşulda geri durmaz. Yaptığı işe inancı yok. Belki de saklı gündemi var… Kuşku hakkımız.

Yine aynı kesim aydınlanmacı olduğu algısını (çok zorda kalırsa) kullanır ama gericiliğin cellatlarının yol açtığı Sivas Kıyımı anmalarında Şeyh Sait, Seyit Rıza karanfillerini boşlamaz; memleket çürüten Adnan Menderes, Celal Bayar, Turgut Özal makbul adamdır. Giderek Saidi Kürdi’yi de katarlar. Utanmasalar İskilipli Atıf hainine de sahip çıkarlar. Zaten Bülent Ecevit, onca belgeye karşın Vahdettin aşkının kapısını açmıştı.

Cumhuriyeti savunmak durumunda kalındığında edilen sözlerin, kurulan tümcelerin başında, “Geçmişte mütedeyyin insanlarımıza karşı hatalar yapıldı ama…” geliyor. Peki, ne yapıldı, sorusunun yanıtı yok. Yanıtı verilmese de bilgisiz kesimin kafasına bir kuşku düşürülüyor. Çünkü özde, bilinçaltında cumhuriyete inanmıyor, rol yapıyor.

Bunca haklılık, bunca yıkım varken, çelişkilerden soluk alamaz duruma gelmek kabul edilir şey değil.

Exit mobile version