Uçurum yarıklarına sinmiş gözbebeği ve yalnızlığa dokunan kaygı…
Birdenbire sızlayan geçmiş ya da tekrarına dayanamadığınız bir izdüşüm…
Çünkü hüzün, anlatılanın aksine, tedirginliğin ve yalnızlaşmanın hikâyesiyle ilgili değildir sadece…
Adı konmayan bir his, bir yakarış…
Çocuklara, doğaya ve öteki olanın sesine odaklanan çığlık…
Ancak her susuşun bir geçmişi olduğunu nasıl anlatmalı…
Altımızdan kayan boşlukların geçmişi…
Kızım diye acıyan ses, çocuğum diye düğümlenen…
Yüreğimize savrulan ve üst üste yıkıntılardan oluşan felaket…
Herkesin her şey olduğu bir çağda, tekrarlı bir travmayı sırtlamak…
“Büyükler kimsenin okuyamayacağı mektuplar yazar, çocuklar kimsenin cevaplamayacağı sorular sorar…” diye yazmış Alejandro Zambra
Gecenin durup düşündüğü bir saati olmalı, doğanın aradığı bir mevsim…
Yaşamın hızına kapılıp, geçmişe doğru akan hiçliğin bir anlamı olmalı
Bir çocuğun güvensizlik içinde olması, kaygısı, susuşlarının bir anlamı…
Şiddet olgusunun sıradanlaştığı süreçler en hazin olanı aslında…
Kadın, çocuk, heykel, kedi, ağaç…
Güçsüz durumda olanları defalarca…
Rakamlarla konuşmak hele…
Canlıyı sayıyla ifade etmek…
Tanımlar sürekli değişiyor, insana dair ne varsa, canlıya dair ne varsa
Yalnızlık, yolculuk ve çocukluk
Geçmişe sakladığımız hüzün özellikle…
Her mevsime sırnaşan bir iklime uyanıyoruz…
Yazdığınız her şey boşluğun içerisinde anlamsız bir sızıyla salınmaya mahkûm gibi..
Zihnimizin algılayamadığı derecede bir kirlenmişlik…
Canlıya, hayvana ve doğaya
Ama en çok da zihnimize, sözcüklerimize, estetiğe ve yaşamın kendisine
Evrenin taşımakta güçleştiği haberler, teknolojinin sunduğu yapay rol modeller,
Bireyin hanesine, kayıp olarak işlenecek yüzlerce kaygı…
“Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada, bir şey bulduğunda, neyi ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi…” diye yazmış Murathan Mungan
Çünkü yığınlaşmanın içeriğinde birey yoktur…
Onu türlü algılarla eriten toplum yığınları vardır.
Ona hayatı kanıksatan, kabullendiren, duygusuzca büyüten toplum kalıpları…
Zihnimizi bulamaca çeviren bir sarmal…
Şiddet ve istismar hemen her yerde
Kadın cinayetleri hemen her gün
İş kazaları
çocuk işçiliği…
Çevrenin tahribatı…
Tahsin Yücel’in gökdelen adlı eserinde yazdığı gibi; “Belki de günü yaşamanın önemini kavramak için, hangi yılın hangi ayında ve hangi gününde olduğumuzu her sabah üst üste on kez yinelemek gerek…”
Çocukların ve doğanın ruhuna hitap eden sosyal bir çevre oluşturarak
Yetenekleriyle konuşarak
“Şeker de yiyebilsinler…” diyen dizelerle
Kaygısız ve özgür, şarkılar söyleyerek, kahkahalar atarak…