‘Daha fazla tarım alanı’ dedik, kocaman bir gölü kuruttuk! ‘Daha çok su’ dedik, binlerce yıllık bir köprüyü yıktık! Oysaki bu kent ise sadece ‘sevgi’ istedi, ‘daha fazlasını’ bile demeden hem de! Geçen gün bu kentin kadim geçmişinin bir ucundan tutanlar,’iş bitti’ ve makamlarına geri çekildi! Ama soralım istedik, en çok da bu kent adına, ama ‘daha fazlası’ ve ‘daha çoğu’ adına…
Hep yakalamaya çalışıyoruz bir hayali, hayalleri… Yakalamaya çalışmakla geçiyor bizim hayatımız… Az önce kalkan bir treni, içimizi serinletecek bir bakışı, bütün düğümlerimizi çözecek bir ifadeyi, şarkımızı tamamlayacak notayı, dönersek bizi doğru adrese götürecek olan sokağı… Her şeyi daha güzel, daha tamam kılacak şeyleri kaçırıyoruz sürekli… Doğru zamanın ya bir an öncesindeyiz, hep ya bir an sonrasında… Ya çok hızlı yürümüş oluyoruz ya çok yavaş kalıyoruz… Hep böyle bu… Sıçrayarak uyanıyoruz sürekli… Ne uykumuz tam bir uyku, ne hayatımız tam bir hayat!
–
2017 senesinin başından bu yana çok yazıp, çok fotoğrafladığımız ve sürekli ‘NİYE’ diye sorduğumuz, cevapsızlığımıza ekli resmi ‘SESİZLİĞİMİZ’ için neden bulmaya çalıştığımız eski Roma mimarisinden kalan kalıntıları ‘en sonunda’ sahiplenmeye karar verenleri izledik! İzledik izlemesine de, bu kentin hayallerini sahiplenenlerin bekleyişine ekledikleri o son çabaya (!) şahit olurken, ‘BİTTİ’ mi diye sormak da istedik! Çünkü başlarken de dediğimiz gibi, ‘doğru zamanın ya bir an öncesindeyiz hep, ya bir an sonrasında…’
-DAHASI VAR!-
Arthur Schopenhauer’in yaşama dair bir ifadesi var… “Doğuştan gelen bir kusurumuz var… Hepimiz, mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda, ister büyük-ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. İşte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.”
Schopenhauer, kendi gerçeğinde duran Antakya’yı anlatmış sanki, bu kentin hüznünü anlatmış. Biriktirdikleri sorunları en çok da! O zaman, biriken onca sorun içinde ‘çözüme’ ulaştığını düşündüğümüz sonuncusu ile başlayalım ve ilk sorumuzla başlayalım!
Geçtiğimiz günlerde, eski Roma Köprüsü’nün olduğu noktada biriken binlerce yıllık mimari kalıntıları bir vinç yardımıyla Asi Nehri”nin kuruyan yatağından çıkartan Hatay İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, çalışmalara ‘kaldığı yerden devam’ eder mi, yoksa ‘çıkardık’ ve bitti mi? Sahi, geride bir şey kalmadı mı?
Bu konuda konuşan ve ‘dahası da var…’ diyen isim, Harbiyeli Mozaik Ustası Mehmet Daşkapan. Bölgenin, eski Roma mimarisinin kalabalıklaştığı bir alan olduğu bilgisini bizlerle paylaşan Daşkapan, “Yapılması gereken şey oldukça basit aslında… Madem nehrin yatağı bu halde ve sular çekilmiş bir durumda, o zaman bu alanda daha derinliğine bir araştırma yapılabilir, ki tabi istenirse…” dedi.
Hafta sonunda bir araya geldiğimiz Mehmet Daşkapan’a merak edilenleri sorduk.
Bu konuda konuşan 2 isimden birisin. Diğer isim; Kültür Varlıkları ve Müzeler eski Genel Müdürü, Arkeolog Kenan Yurttagül. O da bir Antakyalı ve bu kente dair cesur kelimelerini ‘sessiz’ bırakmayanlardan. Peki, son yaşananlar, ‘haklılığını’ bir kez daha ortaya koydu. Ne söylemek istersin, ortaya çıkan eski Roma Mimarisi için?
Bu durumu ilk gören ve tespit eden kişi benim. Hatta ilk gördüğüm o anda hemen fotoğraf çektim ve durumu da sizlere ilettim. Hatta siz bana ’emin misin’ diye sorduğunuzda, ben ‘yüzde yüz eminim’ demiştim. Çünkü Roma arkeolojisini biliyorum. Tabi bu kadar yayından, haberden ve eleştiriden sonra bu sonuç yaşandı. Oysaki, yaklaşık bir buçuk sene ve hatta daha fazla, hiçbir kurumdan ses çıkmadı, hatta bu anlamda yaprak bile kımıldamadı. Ama bu olay sizler tarafından gündeme getirilmeye devam edildi.
Durum öyle bir hal aldı ki, bu geçen süre içinde… Yağan yağmurlar ve yükselen sular altında kalan bu kalıntılar, yaz dönemi ve susuzluk zamanlarında ise yeniden ortaya çıktı. Adeta ‘beni buradan çıkarın, kurtarın’ dedi herkese. Atılan çığlık, bu kentin çığlığıydı aslında. Ben, şahsen, bu konuyu ısrarla gündemde tutan, tutmaya da devam eden sizlere teşekkür ediyo-rum. Çünkü bunca yayın-dan sonra gereken yapıldı demek gerekiyor.
Peki, ‘her şey tamam’ diyebilir miyiz? Aslında şunu merak ediyor birçok kişi… Çıkartılan parçaların daha fazlası, Asi Nehri yatağında olabilir mi? Eğer cevap ‘Evet’ ise, çalışmalar devam etmeli mi?
Daha fazlası var mı? Kesinlikle var. Bunu niye söylüyorum? O döneme dair tasvirlere ve anlatımlara göre bugün çok konuşulan eski Roma Köprüsü’nün olduğu yerde, ayrıca onun aşağı ve yukarı bölümlerinde tapınaklar, villalar varmış. Düşünün ki, dönemin, dünyadaki ilk 3 önemli şehrinden biri hakkında konuşuyoruz. O nedenle bölge mozaikler, heykeller ve antik objeler bakımından zengin bir bölge. ‘Daha fazlası var’ derken de bunu kastediyorum.
O zaman, ‘bu parçalar vinç yardımıyla alındı, ama oradaki iş henüz bitmedi’ demek lazım, doğru mu?
Evet, oradaki iş henüz bitmedi, bitmemeli. O anlamda, çalışmaları bitirmemek ve devam ettirmek gerekiyor. Hatta nehrin kuruyan kısımlarını da bu çalışma için bir fırsat bilip, belirlenecek alanlarda sondaj yapmak gerekiyor. Bu konuda gereken arama ve tarama yapıldığı takdirde çok şey çıkacağına, çok şey bulunacağına eminim.
Ama burada üzüldüğüm şey… Niye bu kentin iş bilen insanları konuşmuyor, fikrini beyan etmiyor, hatta bu konularda düşüncelerini paylaşmaktan çekiniyor!
Peki, tam da bu noktada soracak olursam… “Antakya kent insanı (STK’lar ve Meslek Örgütleri), yaşananlara gereken tepkiyi, katkıyı ve düşünsel tartışmayı eklememesi, ekleyememesi adına kötü bir sınav verdi” diyebilir miyiz?
Maalesef evet! Bu konuda kötü bir sınav verdik ve hatta veremediğimiz o sınav yüzünden de sınıfta kaldık. Bakın, Atatürk’ün çok güzel bir sözü var… Büyük Ata’mız demiş ki… ‘Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır. Ben ‘vatanım’ derken bütün Türkiye’yi kastediyorum. Ama en başta da Antakya’yı, ki Antakyalı olduğum için. Demek ki, ben, kentimi ve ülkemi o kadar çok seviyorum ki, bu tür tarihi ve kültürel değerlere sahip çıkmaya çalışıyorum.Bir mozaik sanatçısı ve sade bir vatandaş olarak görevimi yapıyorum. Görevim gereği de bildiğim şeyi paylaşıyorum, bildiğime işaret ediyorum. Ve inanın, Hatay’da şu an bir çok yerde bu ve buna benzer şeyler olduğunu da biliyorum. Ama yetkililer bu konularda ne kadar hassas davranırlar, işte bu açıdan şüphelerim var. Açıkça söylemek gerekirse, eldeki örnekler bana bu anlamda umut vermiyor.
Defne ilçesi Uğur Mumcu Alanı’ndan çıkan binlerce yıllık mozaik parçalar ve ardından Asi Nehri yatağından çıkan eski Roma… Birçok ülkede, daha azı için basın toplantıları ve büyük tanıtımlar gerçekleşirken, bizler var olanı ya gizliyoruz ya da sessizliğimiz içine gömüyoruz. Sizce de büyük bir tanıtım fırsatını kaçırmıyor muyuz?
Maalesef ki, bulunanları kent tanıtımında kullanamıyoruz. Bu neden yapılmıyor, ben dahil hiç kimse biliyor.
Cevaplar için teşekkürler…
-Tamer Yazar-