Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı her dereceli okul, 14 Haziran 2019 Cuma günü yaz tatiline girdi. Yeni eğitim öğretim dönemi 16 Eylül’de başlayacak.
Okul öncesi, ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında, 14 Haziran Cuma günü, karneler dağıtıldı. Eğitim öğretim yılının sona ermesiyle, yaklaşık 18 milyon öğrenci, 13 haftalık yaz tatiline girdi.
Karnelerini alan öğrenciler, erken saatlerden itibaren karne heyecanıyla sokakları doldurmuştu. Çocukların heyecanı yüzlerine vurmuştu.
Önümüzdeki yıl için, tatil sürelerinde değişiklik yapıldı, 13 haftalık yaz tatili süresi, 11 hafta olarak düzenlendi. Yaz tatilinden alınan 2 hafta ise Nisan ve Kasım aylarında birer haftalık ara tatil olarak verilecek. Yeni modele göre artık okullar bir hafta erken açılacak, bir hafta daha geç kapanacak. Ancak bu durum toplam tatil süresini kısaltmayacak.
Yeni uygulamayı olumlu karşılayanlar da var, olumsuz karşılayanlar da.
13 haftalık tatilde çocuklarımız ne yapsınlar?
Öncelikle adından da anlaşılacağı üzere, bu bir dinlenme tatilidir ve tatilde çocuklarımız öncelikle dinlenmelidir.
Özellikle, TV ve bilgisayar oyunlarına sınır konulmalıdır. Nasıl olsa tatil diye çocuklarımız akıllı telefon, tablet ve bilgisayara tutsak edilmemeli, bu cihazlardan uzak tutulmalıdır.
Tüm öğrenciler kitap okumaya özendirilmelidir.
Tatile girdiğimiz bugünlerde eğitimin “olmazsa olmaz”ları arasında yer alan “okuma alışkanlığı” konusuna girmek istiyorum.
Öğrencilerimiz okumuyor, sanatçılarımız okumuyor, bürokratlarımız okumuyor, politikacılarımız okumuyor, velilerimiz, öğretmenlerimiz okumuyor… Okullarımızın çoğunda kitaplık vardır. Bu kitaplıklarda binlerce kitap el değmeden bekliyor. Bir öğrenci okuma alışkanlığı kazanmadan liseyi, hatta üniversiteyi bitirebiliyor. Çocuklar için temel kitap sayılan İki Yıl Okul Tatili’ni, Küçük Prens’i, Sait Faik’in Son Kuşlar’ını, Robinson Crusoe’yi okumayan çocuklarımız çoğunluğu oluşturuyor.
Oysa kitap okuma, her insan için yaşamsal bir gereksinimdir. Eğer bir insan okuma alışkanlığı kazanamamışsa bunda hem aile hem de okul sorumludur. Evde anne-baba, okulda öğretmen bu konuda iyi örnek olamıyorsa, çocuk bu alışkanlığı nasıl kazanabilsin?
Edebiyat araştırmacısı Cevdet Kudret: “Okullar, okuma alışkanlığı kazandırabilirse başka hiçbir şey kazandırmazsa da olur.” demişti. Büyük eğitimci İsmail Hakkı Tonguç 13.12.1943 tarihli, bütün Enstitü müdürlerine yazdığı mektubun bir yerinde şöyle der: “Enstitülerin çoğunda öğretmenleri, öğrenciyi tatmin edecek şekilde, kitap okumaya hevesli görmedim. Türkçe öğretmenlerinden bazıları bile istenilenden çok az kitap okumaktadır. Bu durum öğretmenin şahsından ziyade öğrencilerin, enstitünün zararınadır. Okuma isteği kıt öğretmenlerin çoğunluk teşkil ettiği enstitülerde hayat basitleşmekte, durgun ve sıkıcı bir manzara göstermektedir.” Köy Enstitüsü çıkışlı bir başka değerli yazar Mahmut Makal anlatır: “Ben öğrenme sevincinin ne olduğunu Köy Enstitülerinde gördüm. Hiç unutmam. On sene kadar oluyor, bir gün Ankara’nın yanı başındaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne gitmiştik. Burada gördüklerimin yalnız birkaç sahnesini size anlatacağım. Okulun koca baş hayvanlarını barındıran ahırda bir çocuk gördüm. Gece nöbeti ona düşmüş, elinde bir kitap vardı, dalmıştı. Shakespeare okuyordu. Okuduklarını nasıl kavradıklarını da ertesi günü oynadıkları piyeste gördük. Ben ömrümde bu kadar güzel tiyatro seyretmedim dersem eş dost gücenmesin.” Köy Enstitüsü’ne okuma alışkanlığı olmadan gelen köy çocuğu, Tolstoy’u, Gogol’u, Gorki’yi, Zola’yı okumayı alışkanlık haline getirebiliyor.
Yaşam, okudukça anlam kazanır. Önce kendimiz okuma alışkanlığı edinelim, sonra öğrencilerimize okuma alışkanlığı kazandırıp onlara okumayı sevdirelim. Eğitimin en ağırlıklı yanı budur. Kitapları görerek, kitapları göstererek tatile “merhaba” diyelim.