Edebiyat eleştirimizin aydınlık ve usta kalemi Asım Bezirci, 6/7 Eylül olaylarıyla ilgili olarak beş buçuk ay kadar tutuklu kalmış, yıllar sonra o günleri şöyle anlatmıştı:
“Hiçbir ilgim, hatta haberim bile yoktu. O akşam şirkette fazla mesai yapmıştım. Saat 22’ye doğru, yürüyerek Fatih, Atikali, Altay Cami sokaktaki evime dönmüş, yemeğimi yemiş, yorgun olduğumdan hemen yatmıştım. Gece yarısı, saat 24 sularında gürültüyle uyandırıldım. Sivil polisler evi basmıştı. Apar topar Sirkeci’deki Sansaryan Han’a götürdüler. En üst kata çıkardılar. Benim gibi bir yığın insan vardı orada. Konuşmak yasaktı. Kimse ne olduğunu, ne olacağını bilmiyordu. Bir iki saat sonra otobüsle Harbiye’ye taşındık. Karanlık, soğuk, ıslak hücrelere kapatıldık. Korku, merak ve heyecan içindeydik. Sonradan durum aydınlandı: 6/7 Eylül gecesi İstanbul’daki bazı Rum evleri, dükkânlar yakılıp yakılmış, eşyaları sokaklara savrulmuş, insanlar dövülmüş, hatta öldürülmüştü. Demokrat Parti’nin el altından düzenlediği bu çirkin olayların sorumluluğunu bizlerin üzerine yıkmak istiyorlardı. (Tıpkı Roma’yı yakan Neron’un suçu Hıristiyanların üstüne atması gibi!) Samet Ağaoğlu (yine o!) bu yolda Meclis’te ateşli bir konuşma yapmıştı. İstanbul’da Sıkıyönetim ilan edilmiş, Ulus, Hürriyet, Dünya, Tercüman, Medeniyet, Hergün gazetelerinin basım ve yayımı durdurulmuştu.”
Asım Bezirci, 1978 yılında muhasebe şefliği görevinden emekliye ayrılarak kendini tümüyle edebiyata vermişti. Yazar, Nurullah Ataç’ın öznel, izlenimsel eleştiri anlayışına karşı nesnel, bilimsel eleştiri çağının açılmasına, yerleşip gelişmesine uğraşmış, ardından bu görüşün estetik kuramını oluşturmaya çaba göstermişti. Tevfik Fikret’in, Ahmet Haşim’in, Nâzım Hikmet’in, Cahit Sıtkı Tarancı’nın, İlhami Bekir’in, Sabahattin Ali’nin, Orhan Veli’nin bütün şiirlerini derleyip eleştirili, araştırma, inceleme örnekleri veren yazarın yazdığı, çevirdiği, derleyip düzenlediği yayımlanmış kitaplarının sayısı 71’e ulaşmıştı.
Asım Bezirci, araştırmacı kimliğini daha genç yaşta edinmiş, yaşamını, tümüyle, insanların aydınlanmasına adamıştı. Hapishaneler, işkenceler, baskılar onu yıldırmadı. Zorbalığa sevecen kişiliğiyle ve yüzünden hiç eksilmeyen gülüşüyle karşı durdu. “Yazmak benim için bir çeşit ‘varoluş biçimi’… Çok çalışmaktan amacım, boydaşım Aziz Nesin’e yetişmek.” diyordu.
Asım Bezirci, 1993 yılında Sivas topluöldürümünde yaşamını yitirdiğinde 66 yaşındaydı. Madımak Oteli’nde mahsur kalan sanatçıların durumunu yetkililere duyurmak amacıyla bir basın bildirisi hazırlanması kararlaştırılmış, Asım Bezirci’nin kaleme aldığı bu metin, daha sonra gelişen olaylar nedeniyle yetkililere ulaştırılamamıştı. Bu bildiri, aynı zamanda Asım Bezirci’nin de “son yazısı”ydı:
“ (…) Bu üzücü, demokrasiye, laikliğe, Toplantı ve Yürüyüşü Yasası’na aykırı eylem karşısında, biz Pir Sultan Abdal Derneği’nin yöneticileri ve etkinliğe katılanlar olarak, aşağıdaki hususları belirtmeyi zorunlu görüyoruz:
- Yasal izni alınmış ve önceden programlanıp kamuoyuna duyurulmuş bir etkinlik, sorumsuz bir sokak topluluğunca önlenmiştir.
- Etkinliği düzenleyen Dernek yöneticileri ile ona katılan sanatçı, şair, yazar ve bilimciler, bir otele sığınmak zorunda bırakılmışlardır.
- Türkiye ve dünya genelinde ünlü, değerli yazar Aziz Nesin tehdit edilmiş ve can güvenliği nedeniyle otel odasına kapatılmıştır.
- Sivas’ta yaşanan bu olay, Türkiye’de Atatürk’e, cumhuriyet devrimlerine, laikliğe, demokrasiye, insan haklarına, düşünme ve inanma özgürlüğüne yönelmiş bir zorbalık eylemidir.
- Bu eylem, laik olması gereken devletin geleceğini tehdit eden tehlikenin belirgin ve uyarıcı örneklerinden biridir.
- Sözü geçen örnekler etkin biçimde kırılmadıkça, cumhuriyetimizin, ülkemizin ve ulusumuzun geleceğini karartacaktır.
Yukarıda özetlenen olayları şiddetle kınıyor ve gereğinin bir an önce yapılmasını bilgilerinize sunuyoruz.”
Kimsenin kolay kolay altından kalkamayacağı kapsamlı çalışmalara imza atan, edebiyat dünyasında “kırkayaklı karınca” olarak nitelendirilen Asım Bezirci, yalnızca bir edebiyat eleştirmeni değil, bir edebiyat araştırıcısı, aydınlığımızı çoğaltan bir kültür savaşçısıydı. Kimse için kötülük düşünmeyen, içinin aydınlığı bakışlarına ve gülümseyişine, sesine yansıyan, halkçı, yurtsever, insansever bir aydınımızdı. Yaşamı boyunca barış, demokrasi ve insanlığın gelişmesi için uğraşı verdi. Sonsuz bir insan sevgisiyle doluydu, düşünceleri ve kişiliğiyle örnek bir insan oldu. Bir söyleşide Feridun Andaç’a yaşamını “Sevmek, çalışmak, aramak, okumak, inanmak, acı çekmek, direnmek…” şeklinde özetlemiş, Andaç’ın, “Mutlu olmak yok mu?” sorusuna şu karşılığı vermişti: “Çok az…”