Gazeteci Nezih Gassan Seyfittinoğlu
Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
Hatay Devleti, 1939 yılında Anavatan’a katılır. Toplumsal örgütlenme, yeni bir Anayasal düzenine uyma ve uzlaşı arayışına girer. Eğitimden kültüre, tarım toplumundan sanayileşme sürecine kadar bir çok gelişme, yeni toplum düzeninde yer bulma çabasına girer. Kuşkusuz ki bu sürece, uzlaşı anlamında, Atatürk’ün ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ söylemi yol gösterici olur.
Antakya, bu geçiş sürecini yaşarken, farklı etnik gurup ve kümelerin eğitim, öğretim, basın – yayın ve günlük yaşamlarında kullandıkları dil yasaklanır. Bu anlamda eğitim veren kurumlar ve farklı dillerde yapılan yayınlar kapatılır. Yerine, Anavatan’ın kullandığı Türkçe, toplumun ortak uzlaşı dili olarak, yeni bir toplumsal düzenin kurulmasına öncülük eder. Bu gelişmelere paralel olarak, yerel basın, yayın sürecini Türkçe dilini kullanarak yol alır.
Bu süreç yaşanırken, 2. Dünya Savaşı baş gösterir, dünyadaki toplumsal düzen, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda düzensizliğe neden olur. Savaşın sonucunda, özgürlükçü anlayışı savunan ülkeler, savaşı kazanır.
Birleşmiş Milletler, NATO ve Varşova Paktı gibi yeni güç dengelerini oluşturan örgütlenmeler kurulur. Dünya’nın yeni düzenini kurgulamaya başlarlar. Demokrasi, komünizm ve sosyalizm gibi siyasal sitemler, insan hak ve özgürlükleri bağlamında sorgulanmaya başlanır. Paylaşımcı (!) bir anlayış ile insanca yaşam koşulları arayışı içine girerler.
Dünya’daki bu yeni bir düzen arayışı, ülkemizdeki siyasi ve sosyal düzenin sorgulanmasına neden olur. CHP’in tek parti dönemi, 7 Ocak 1946 tarihinde Demokrat Parti’nin kurulması ile çok partili hayata geçerek son bulur. Yeni bir siyasal düzen kurulur. Demokrasi, kendine yeni bir yol arayışına yönlenir. Demokratik anlayış bu yolda ilerlerken, bir çok engellerle karşılaşır. Siyasal düzeni kurgulayanlar, toplumsal uzlaşı kavramında ortak bir noktada buluşamazlar!
Bunun sonucu olarak, 27 Mayıs 1960 yılında, orduda albay rütbesinde bulunan 37 subay, mevcut bulunan siyasal, sosyal ve ekonomik yapıyı yeniden yapılandırmak üzere ülke yönetimine el koyar. Orgeneral Cemal Gürsel’in başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi, ülke yönetimini üstlenir. 10 yılık başbakanlık döneminde ülke yönetimini kaosa sürüklediği gerekçesiyle, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’i, çalışma arkadaşları Dışişleri Başkanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı idamla yargılar.
Bu yargılama, geçmiş dönemi sorgulamak için değil, dönemi kapatmak için yapılır. 17 Eylül 1961 tarihinde yapılan infazla, dönem kapatılır. Ardından, 29 Eylül 1960 tarihinde, Demokrat Parti, ilerde iz sürücüleri tarafından açılmak üzere kapatılır. Yeni bir siyasal düzen arayışında bulunan demokrasi, bundan sonra, canı ile bedel ödeyenlerin izini sürerek yoluna devam eder.
Kapatılan Demokrat Parti’nin kök kültürü ve siyasi düşüncesinin izini sürdüğünü söyleyen Adalet Partisi, 11 Şubat 1961 tarihinde kurulur. Hemen iki gün sonra, aydınların başını çektiği, etnik, kültürel ve sosyal gereksinmelerinin çözümü beklentisi içinde olan sınıfların ve sendikal haklarını Anayasa güvencesi altına almak isteyen işçi sınıfının oluşturduğu gurupların öncülüğünde, Türkiye İşçi Partisi, 13 Şubat 1961 tarihinde kurulur. Bu gelişmelerin ardından, Demokrat Parti yöneticileri için 2 Ekim 1962 tarihinde af çıkarılır. Tutuklu olanlar serbest bırakılır.
Bu gelişmeler yaşanırken, 2 Aralık 1962 tarihinde, Adalet Partisi, 1. Olağan Kongresi’ni yapar. CHP’nin devletçi anlayışına farklı yaklaşımlarda bulunan, insan hak ve özgürlüklerinin temel alınarak çözüm üretilebileceğini öne süren, genellikle CHP’den ayrılanlar tarafından kurulan Sosyal Demokrat Parti, 21 Eylül 1964 tarihinde Türk siyasi hayatına katılır.
Bu süreçten sonra, Adalet Partisi, 29 Kasım 1964 tarihinde olağan genel kurulunu yapar. Süleyman Demirel ezici bir çoğunlukla genel başkanlığa seçilir. 13. Ekim 1965 yılında yapılan genel seçimlerde, Menderes’in, 1950 yılında aldığı oy oranına yakın bir oyla ( % 52.87) Adalet Partisi iktidara gelir. Türkiye, ileride, liberal ekonomiyi benimseyen ve ‘barajlar kralı’ olarak anılacak olan ‘Muhteşem Süleyman’la tanışacaktı. Bu seçimler-de başarı gösteremeyen Sosyal Demokrat Parti, 11 Aralık 1965 tarihinde kendini feshederek CHP’ye katılır.
Bu süreçten sonra, devletçi bir anlayışla politikalar uygulayan CHP, bundan böyle ‘ORTANIN SOLU‘ kavramını ortaya atar. Merkeze devleti alarak, komünizm ve sosyalizme karşı politikalar üretir. Bu kavramı ‘Sosyal Demokrat’ kimliği ile tanımlamaya çalışır. CHP’nin bu yeni kimlik arayışına karşı muhafazakar bir kimlikle politika yapanlar, yeni bir siyasi kavram olarak, merkezin solunda olan bütün siyasi düşüncelere karşı genellikle liberal ekonomiyi benimseyen ‘Merkez Sağ’ kavramı ile kendini tanımlamaya çalışır.
1940/65 yılları arasındaki bu gelişmeler, Antakya’daki siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik yaşamı büyük ölçüde etkilenir. Bu gelişmelerden basın da payını alır!
Siyaset ve basın, düşünce ve eylemde buluştukları ortak noktalarda işbirliği içine girerler. Gazeteler, adeta siyasal parti ve görüşlerin sözcüsü durumuna düşerler. Gençlik ve olgunluk yıllarında, bu dönemlerin sancılı geçen değişim ve dönüşüm süreci yaşayan Nezih Gassan Seyfittinoğlu, kimliksel arayış içine girer. Bu sürecini toplumsal bilinçle paylaşmak için basın-yayın hayatına girmeye karar verir.
NEZİH GASSAN SEYFİTTİNOĞLU
1934 yılında kendine yeten bir ailenin bireyi olarak Antakya’da doğdu. İlkokula başlayana kadar, ana lisanı olan Arapça’yı konuşuyordu. İlkokulda Türkçeyi öğrendi. Kendini geliştirmek için ortaokula devam etti. Mezun olduğunda, yaşamını sürdürecek ve toplumsal iletişimi sağlayacak kadar Türkçe öğrenmişti. Ailesinin varlıksal birikimleri eğitimini sürdürme olanağına uygun olmasına rağmen, gençliğinin verdiği enerji ile iş yaşamına atılmaya karar verdi.
Balık yemeğini sevdiği için dalyancılık yapmaya başladı. Dalyancılık, zamanla yorucu bir iş haline dönüştüğü için işini değiştirmeye karar verdi. Kolay bir iş olarak düşündüğü, zirai ilaçlar satan bir işyeri açtı. Kırsal alan alışverişini güven esasına dayalı borç sistemi ile yaptığı için, geri dönüşlerin uzaması, ticari yaşantısını etkiledi. Bu yüzden iş değiştirmeye karar verdi. Düşündü, taşındı, getirisi yüksek, geri dönüşü güvenli hangi işi yapabilirdi ki? Bu arayış içindeyken, bir akşam üstü Affan Kahvesi’nde, Erkek Sanat Okulu öğretmenlerinden Niyazi Kalaycıoğlu’nun dost sohbetine katıldı. Niyazi Hoca’nın önerisi üzerine, makine yedek parçaları satan bir işyeri açtı.
Otuzlu yaşlara gelmişti. Dönemin koşullarına göre evlilik yaşını çoktan geçmişti. Ailesi onu evlendirmeye karar verdi. Ona, Altunayların güzel kızı Fedva Hanımı uygun gördüler. Fedva Hanımla ilk karşılaştıklarında, birbirlerine aşık oldular. 1965 yılında bu aşkı taçlandırarak evlendiler.
BASIN YAŞAMI
1965 yılında yapılan genel seçimlerde, Süleyman Demirel’in genel başkanlığını yaptığı Adalet Partisi iktidara gelmiş, CHP, ikinci parti olarak meclise girmiş, işçi hakları ve kimliksel arayış içinde bulunanların partisi olarak algılanan Türkiye İşçi Partisi (TİP) ise mecliste 14 milletvekili ile temsil olanağını bulmuştu. Bu Milletvekillerinden biri de Hatay Milletvekili Yahya Kanbolat’tır. Bu tablo, Hatay’ın siyasi hayatına yeni bir düşünü ve heyecan katacaktı. Bu siyasi gelişmelerden çok etkilenen N.Gassan Seyfittinoğlu, bundan sonraki yaşantısını gazeteci olarak sürdürmeye karar verdi. 4 Eylül 1966 tarihinde Antakya Gazetesi’ni devir alarak, basım ve yayın hayatına girdi. Bu olumlu gelişmenin yanında, mutlu bir haber daha aldı. Ailenin ilk çocuğu, İbrahim aralarına katılmıştı. Bu müjdeli haberi, mücadeleci yaşamına bir ödül olarak gördü. Artık kendini daha güçlü hissediyordu. Gazete ile birlikte sosyal, kültürel ve siyasi çevresi gelişmiş, toplumun her kesimi ile iletişim kurabilme olanağına sahip olmuştu.
Gazeteciliğin, tek başına yapılabilecek bir meslek olmadığını kısa bir zaman sonra anladı. Kendine, düşünü ve eylemlerine destek verecek çalışma arkadaşları aradı. Bu arayışları yanıtsız kalmadı.
Kırıkhan’da doğan Ali Göçmen, 1950 yılında Sınır Taşı Dergisi, 1959 yılında Dağ Yeli Gazetesi’ni çıkarmıştı. Dönemin iktidarı, kendi düşünü anlayışına aykırı olan bu gazeteyi kapattı. O güne kadar CHP kimliği altında siyasi çalışmalar yapan Ali Göçmen, CHP’nin kendi kimliksel yapısını ve özgürlük anlayışını yeterince tanımlayamadığını düşünerek, sosyalist bir düşünü ile siyaset hayatına giren Türkiye İşçi Partisi’nin saflarında katıldı. Ali Göçmen, artık etnik kimliksel arayışını, sosyalist bir düşünü ile siyasi basamaklarını basın – yayın yolunu tırmanarak sürdürecekti. Bu merdivenleri tırmanırken, N.Gassan Seyfittinoğlu’nun çağrısına yanıt verdi.
İkinci bir yanıt da, özgürlükleri sosyalist bir anlayış ve hukuk yolu ile savunan Av. Süleyman Galioğlu’ndan gelir. Düşünü birliğinde olan bu üçlü, gazetenin yeni yayın politikasını belirler, birlikte yolculuk yaparlar.
Antakya Gazetesi, 14 Şubat 1967 tarihinde yayınlandığında; İmtiyaz (isim hakkı ) sahibi Ali Göçmen, Yazı İşleri Müdürü Av. Süleyman Galioğlu ve Müessese (işletme) Müdürü Nezih Gassan Seyfittinoğlu’nun birlikteliğinde, ezilmişlerin ve işçi sınıfının haklarını savunan sosyalist bir kimlikle yayın hayatına devam etmeye başlar. Daha sonraları bu kadroya Faik Çağlar ve Abdülrezak Beşir gibi yazarlar katılır.
Yayın hayatına sorgulayıcı bir Us’la devam eden Antakya Gazetesi, dönemin iktidarını, bürokrasisini ve sendikal haklarla ilgili isteklerini çok sert bil dille eleştirerek, adeta tek başına bir muhalefet partisi gibi yayınını sürdürür. Yayınında sık sık TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın açıklamalarına ve demeçlerine yer verir, tarafı olduğu düşüncenin benimsenmesine çalışır.
Dönemin iktidar partisine yakınlığı ile bilinen Hatay Gazetesi, Gazetenin bu yayın politikasından rahatsız olur.
Manşetlere varan sert eleştirilerle buna yanıt verir. Aralarındaki bu uyuşmazlık, ilerde yapılacak olan askeri bir müdahalenin ardından uzlaşıya dönüşür.
6 Ekim 1967 tarihinde, Antakya yerel basınında bir ilk gerçekleşir. O günkü gazetenin birinci sayfasında ve baş köşede ‘Yaşasın (?) Antakya Adliyesi‘ başlıklı bir makale yayınlanır. Yayınlanan makalenin başlığı var, ama altı boş bırakılır. Yorum yazılmaz!
Bu makalenin böyle yayınlanması, adalet kurumlarının aldığı hukuksuz kararları, düşüncelerini açıklamadan eleştirmek amacını taşır. Gazetenin bu eylemi, ileride, gazetenin yayın sorumlularından yazarlarına kadar, hukuk önünde sorgulanmalarına ve cezai yaptırımlara neden olur. Bu süreç yaşanırken, Seyfittinoğlu Ailesinin ikinci çocukları dünyaya gelir. Adını ‘SİNAN’ koyarlar. Sinan 1,5 yaşındayken , kızamık hastalığına yakalanır. Dönemin sağlık koşullarına göre tedavi edilemez. Sonsuz yolculuğuna uğurlanır. Bu acılı günü paylaşan Atayolu Gazetesi sahibi ve Başyazarı Günay Çelenk, kendi gazetesinde aileye başsağlığı ve sabır dileyen bir yazıyı kaleme alır. Diğer gazeteler bunu yaptı mı, bilmiyorum! Çünkü o günkü gazetelerin bir çok nüshasına ulaşma olanağını bulamadım.
Bu acılı olaydan sonra, aile umudunu yitirmez. Önce Sinem, daha sonra Selvi adında iki kız çocukları olur.
1965/70 yılları arası; sosyal, kültürel ve siyasi yaşam büyük ivme kazanır. Düzenlenen çeşitli etkinlikler, günlük yaşamın çeşitlenmesine ve zenginleşmesine neden olur. Bu çalışmalar arasında; Kadınlar Kulübü’nün sosyal ve kültürel faaliyetleri, düzenlenen festivaller, Hatayspor’un kurulması, Ak-iş Fabrikası’nın Antakya’nın ekonomik günlük yaşamına katkıları ve bunun sonucunda gözlenen sendika hareketleri söylenebilir. Bütün bu gelişmeler, Antakya Gazetesi’nin yayın politikasını gözden geçirmesine neden olur. Günlük yaşamın izleri, bazen eleştirel bazen de hicivsel bir dille toplumsal bilince yansıtılmaya çalışılır.
12 Mart 1971 tarihinde askeri müdahale olur. Ardından sıkıyönetim uygulanır. Sıkıyönetim uygulamaları nedeniyle, ulusal basın gibi yerel basın da söylem ve eylemlerini düzene uygun bir yöntemle, disiplin altında yayın yapmak zorunda kalır. Bu süreç yaşanırken, gazetenin yönetim kadrosunda büyük değişiklikler olur. Gazetenin imtiyaz sahipliğini N.Gassan Seyfittinoğlu üstlenir. Yazı İşleri Müdürlüğü’ne İbrahim Dibooğlu, Müessese Müdürlüğü’ne Faik Çağlar getirilir.
Gazetedeki bu yönetimsel değişiklik, ilerde N. Gassan Seyfittinoğlu’na büyük sorumluklar yükleyecek, sorgulayan her gazeteci gibi o da düşünülerinden dolayı zaman zaman yargılanacak ve tutuklanacaktı. Adana- Hatay sıkıyönetim komutanlığının disiplin uygulamalarına uymadığı gerekçesi ile askeri mahkemece yargılanır. Yargılama sonucunda dört aylık bir kısıtlama dönemi verilir. Bu süreci yaşarken, aileye yeni bir doğan katılır. Adını, 1, 5 yaşındayken kızamık hastalığından vefat eden ‘Sinan’ın adını koyarlar. Yeni doğan Sinan, aileye yeni bir coşku ve yaşam enerjisi katar. Aile, yüce yaratanın, Sinan‘ı, kaybolanın yerine bir armağan olarak gönderdiğine inanır. Aile, Sinan’ın sağlıklı yaşamı için adaklar adar, kurbanlar keser. Sinan, artık ailenin küçük kralıdır. Ona, ailenin sonsuz sevgi tacını takarlar.
Ailenin bu küçük kralı, Antakya da yapılan ‘En güzel Çocuk Yarışmasına’ katılır. Birinci seçilir. Sinan’a krallık tacını Ahmet Özhan takar. O, artık ailenin değil, Antakya’nın çocuk kralıdır.
İnönü döneminde Çalışma Bakanlığı yapan Bülent Ecevit, 4 Mayıs 1972 yılında CHP Genel Başkanlığı’na seçilir . Ecevit’in çalışma hayatı ve işçi hakları ile ilgili söylemleri, Gassan Bey’in büyük ilgisini çeker. Bu süreç, Gazetenin yayın politikasını etkiler, ‘sosyal demokrat’ bir çizgiye yönelmesine neden olur. Bu düşünsel değişim, gazete okurlarının ve yazarlarının sayısının artmasına neden olur. Merkez soldaki düşüncenin amiral gemisi konumuna getirir.
Bundan sonraki siyasi ve sosyal süreç, amiral gemisini batırmak ve limana yaklaşmasını engellemek için çok çaba sarf edilir. Ama bu konuda başarılı olamazlar. Gassan Bey’den sonra, gazetecilik eğitimi alan oğlu Sinan geminin kaptanlığını üstlenir ve bugünkü konumuna taşır.
Gassan beyi ilk tanıdığımda; Başından hiç çıkarmadığı şapkası, bıçkın bıyıklarının altında sürekli gülümseyen dudakları, mavi gözlerindeki derin deniz bakışı, yanından hiç ayırmadığı not defterleri vardı. Sağ kulağının arkasına koyduğu kalemi ile günlük haberleri ve siyasi olayları, rüzgarı kovalayan ataklığı ile takip ederdi.
Katkısız sosyal demokrat bir kimliği vardı.
İnsan haklarını savunan, özgürlüğü bir yaşam biçimi olarak benimseyen, karşıt düşünceli olanlara bile bunu dileyen, ifade özgürlüğünü savunan hukuksuzluğa ve haksızlıklara karşı direnen, kılıcını savaşmak için değil, adalet ve tüzeyi sağlamak için kullanan duayen bir gazeteci idi.
Bugün aramızdan ayrılışının 22. Yıldönümü…
IŞIKLAR İÇİNDE OLSUN…