Yaşar Kemal, çağının tanığı bir yazardı. İyiyi, doğruyu, güzeli, barışı savundu, sömürüye karşı durdu. Sonsuz düşler kurdu. Okudu, yazdı. Ne pahasına olursa olsun hiçbir engeli tanımadı. Özgürlük, boyun eğmeme onun içinde vardı. 1996 yılında Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye adlı kitapta yer alan yazılarından dolayı hakkında açılan, İstanbul 2 no’lu DGM’deki davadan, 1 yıl 8 ay hapis cezası alınca Arthur Miller, ona şu mektubu göndermişti:
“Elimizi bir tuşa dokundurarak düşüncelerimizi dünyanın her yerine gönderebileceğimiz bu çağda, dudaklarından düşüncenin geçmesine izin verdiğin için hapis cezasına çarptırılmak. Bu baskı ne biçim bir şeytani çekirdeği olan bir güçtür ki, tam bir ülkede yok edilmiş gibi görülürken, bir diğerinde rüzgârla taşınmış gibi yeşerir! Bu denli ciddi olmasaydı iyi bir komedi olurdu. Yaşar, sevgili dost, dünyanın her yerinde seni, hayatı tasdik eden insanlığınla dolu kitaplarından tanıyan insanlar var. Bu insanlar senin ruhunu paylaşıyorlar şimdi.”
Cezası 5 yıl ertelense de Yaşar Kemal, bu ertelemeyi kabul etmez, “Ben onları mahkûm ediyorum” der.
Yaşar Kemal ülkesinin geleceğine olan umudu hiçbir zaman yitirmez. Ona göre umut, düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden birisidir. Bir düş dünyası, bir anlatma dünyası kurmak, başka bir şeyler yapmak, bu dünyayı sözle gerçekleştirmek ister. Söz onun için kutsaldır. Sözün sonsuz gücüne inanır. Hiç engel tanımadan çizdiği yol üzerinde ilerler. Başına buyruk ve özgürdür. Demokrasinin dikenlerle, uçurumlarla dolu yollarını açmanın o kadar da kolay bir iş olmadığını belirtir. Ona göre, ülkemiz için gerçek bir demokrasiyle yöneltilmek ne kadar büyük bir onursa, insan haklarını çiğneyerek zulümle, aşağılanarak yöneltilmek de o kadar onursuzluktur:
“Demokrasi düşmanları Türkiye’nin insanları bilinçlenmesinler, demokrasiye ulaşamasınlar, haklarını aramasınlar diye ellerinden her geleni yaptılar. Bir tek örnek vereceğim, demokrasi diye diye yönetimi ele geçirenler, insan soyunun bu çağa kadar görebildiği, bundan sonra kolay kolay göremeyeceği en ileri, en insani bir eğitim düzeni olan Köy Enstitülerini kapattılar. Ve bunu da demokrasi adına yaptılar. Şu artık dünyanın kabul ettiği bir gerçek ki, bugün dünyadaki eğitim düzeni yeterli, insanı insan edecek, insanı insan olmasının bilincine vardırabilecek bir eğitim düzeni değildir. (…) Türkiye’nin halkları böylesine ağır, onu aşağılayıcı baskılara layık halklar değillerdir. Bizim halklarımız büyük kültür birikimleri olan halklardır. Daha demokrasinin adı bilinmeden, demokrat yönetimlerle ilk yönetilen halklar bu toprakların halklarıydı. Bütün çağların en ileri, en sağlam, en insani eğitim düzenini uygulayan bir ülke, önündeki korkunç engeller, uçurumlar olmasaydı gerçek bir demokrasiyi de yaratabilirdi. Bu güçler vardı. Yazık ki, yöneticiler demokrasi dedikleri ucubeyi yalan duvarlarının arkasına sakladılar. Halka en ağır baskıları yaptılar, ezdiler, kahrettiler, sömürdüler, onları aşağıladılar, bir de, biz demokratız, diye yutturmaya çalıştılar. Daha da halklarına bu korkunç yalanı yutturduklarını sanıyorlar. Daha kötüsü dünya halklarına yutturduklarını sanıyorlar.”
Yaşar Kemal’in yüreği ağzına kadar sevgiyle, umutla doluydu. Onun işi yazmaktı. İsteseydi, çok ünlü ve zengin bir gazeteci olarak ömrünü tamamlayabilirdi. Dünyanın her yerinde okundu, sevildi. “Kitaplar benim düş cennetlerimdir” sözünü dilinden hiç düşürmedi.
Demokrasi düşmanlarına karşı, demokrasinin dikenlerle, uçurumlarla dolu yollarını açarak gerçek bir demokrasiye ulaşmanın mücadelesini, onun bıraktığı yerden sürdüren okurları, hiç kuşkusuz, 16 Nisan günü bu görevlerini de, büyük bir onurla yerine getireceklerdir…
Orhan Tüleylioğlu