Hukukta sorumluluk en geniş anlamıyla; bir olay sonrası doğan zarardan sorumlu tutulma halidir. Sorumluluk kişinin söz konusu olayda hesap verebilmesi, sorgulanabilmesidir. Sorumluluk uyulması gerekene uyulmazsa ilgili kişinin karşısına çıkabilmeyi öngörür. Sorumlu kişi sorunla ilişkili ve ondan mesûl kişidir.
Devlet idaresinde de sorumluluk önemli bir yere sahiptir. Millet tarafından kendilerine devlet kurumlarını yönetme yetkisi verilen iki zümre var. İlki memurlar, ikincisi siyasetçiler.
Memurlar veya bürokratlar görevlerini iyi yapamazlarsa siyasi otoritenin tecziyesiyle, ellerindeki yetkiyi suistimal ederse yasal yaptırımla yüz yüze gelirler.
Devlet makinasını çalıştırma görevi verilen siyasetçilerin ise yasal sorumlulukları çok sınırlıdır. Hatta neredeyse yoktur. Olsa olsa hırsızlık yolsuzluk gibi suçları işleyip cürmümeşhut halinde yakalanırda mahkeme önüne çıkabilir ancak.
Zaten bizim problemimiz “yasal sorumluluk” konusuyla ilgili değil; Türkiye’deki asıl problem yeni rejimin cumhuriyet karşıtı niteliğini en çarpıcı biçimde gösteren siyasetçinin “siyasal sorumluluk” taşımaktan uzak olması.
Türkiye’de 2017’de gerçekleştirilen ve Erdoğan hakkındaki onayı tesis eden bir dizi oylamanının en kritiği, oylama sonucunda kabul edilen anayasa deyişikliği kanunu ile OHAL’de fiili olarak uygulanan keyfi, sorumsuz, tek kişide toplana Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemin ile hukuki temelleri atılmış oldu. Erdoğan’nın ihtiyaçlarına göre kurulan düzen, siyasal sorumluluğu ve onun getirdiği hesap sorma ve hesap verme prosedürlerini öteleme mekanizmalarını da kurumsalaştırmış oldu. Siyasal sorumlukuk ekseni cumhuriyet-yurttaş ilişkisinden teşkilat-hareket ilişkisine kaydı. Lider, her zaman hakikati söyleyen, daha doğrusu söylediği kakikat olarak inşa edilen figür olarak sorumluluk ilişkisinden koparıldı.
Devlet idaresinde yanlış işler yapan siyasetçilerimizin kimi Japon meslektaşları gibi harakiri yapmasını beklemiyoruz tabii ama hiç değilse Avrupa ülkelerinde olduğu gibi istifa edip kenara çekilebilirler. Böylece doğruyla yanlış arasında veya başarıyla başarısızlık arasında bir fark gözetildiği anlamış olur.
***
Depremde oluşan zararlardan Devletin sorumluğunun doğup doğmayacağı, somut durumun özelliklerine göre değişiklik gösterebilir. Devletin sorumluluğu, depreme ilişkin yükümlüklerini yerine getirmemesi ve bu nedenle deprem sonrasında zarar ortaya çıkarsa bu zararlardan sorumlu tutulacaktır.
Devletin gerçekletirdiği kamu hizmetlerinin kötü işlemesi, hizmetin zamanında yapılmaması veya kamu hizmetinin hiç yapılmaması durumunda oluşan duruma Devletin Hizmet Kusuru denir. Devlet, hizmet kusuru nedeniyle sebep olduğu zararları gidermek, tazmin etmekle yükümlüdür.
Deprem durumunda Devletin hizmet kusurlarına örnek, deprem kuşağında yer alan bölgede yürütülen faaliyetlerde Devletin depreme karşı hazırlıklı olmaması, bu bölgelerde yapılan binaların denetim ve kontrollerinin eksik yapılması verilebilir.
Ancak deprem durumunda tek sorumlunun Devlet olduğunu söylemek doğru olmaz. Binayı yapan inşaat firması, binanın mütheahhidi gibi binanın yapılması aşamasında yükümlülüklerini yerine getirmeyen diğer ilgililerin de deprem nedeniyle oluşan zararlardan sorumlu tutulması mümkündür.
Deprem nedeniyle zarara uğranması halınde, zarar gören kişi tarafından açılması gereken dava, tam yargı davasıdır. 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 13’te belirtiği üzere, tam yargı davasının açılma sebebi idari eylemler olduğundan dava açılmadan önce eylemi gerçekleştiren idareye başvurmak zorunludur. Bu nedenle deprem nedeniyle zarara uğranılması halinde öncelikle, zararı öğrendiği tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde, yükümlerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak, zararın giderilmesi talep edilir.
***
Ülkemizi vuran ve binlerce can kaybına yol açan her deprem fırtınasından sonra, oluşan can ve mal kayıplardan ötürü kimilerinin sorumlu olduğu ve açılacak davalarda sorumluluğun kimlere yönetilmesi tartışmaya başlar. Özellikle binaların müteahhitleri ve inşaat mühendisleri ilk alka gelen guruplar yer alır. Bununla birlikte, aslında devletin sorumluluğunu asla gözden kaçırmamak gerekiyor. İzmir depreminden sonra açılan idari davalarda, ayıp olmasın diye devlete %0,5 sorumluluk atfeden bilirkişi raporlarıyla karşı karşıya kalandığını söyleyelim.
Keza son deprem felaketinde yaşananlarla ilgili bir sorumlu da çıkmadı karşımıza. Adı üstünde doğal afet deyip geçemeyiz. Çünkü bu doğal afetin yıllar önce merkez üssüne, büyüklüğüne ve şiddetine kadar tahmin edildiği ve raporlarlandğı ortaya çıktı. Buna rağmen afete hazırlık için adım atılmadi, bilakis deprem beklenen yerlerdeki riskli binalar imar affından yararlandırıldı!
Bütün bunlar bir yana, depremin ilk üç gününde devlet afet bölgesinde adeta yoktu. Oradaki insanlar söylemiyor bunu. Depremin ikinci gün akşam yayında Habertürk’ün sahadaki görevlisi Mehmet Akif Ersoy anlatmaya çalışıyordu : “Gece karanlığında Hatay’ın en büyük caddesinden geçiyorum. Her yer zifir karanlık. Mezar sessizliği var. Her taraftan yıkılmış binaların enkazından “Bizi duyan yok mu ?” diye sesler geliyordu. ”
Mehmet Akif Ersoy “Açık ve net” şunu söylüyordu : “Burada müdahale edilen enkaz sayısı edilmeyenlere göre çok daha az”dı ikinci günün akşamında. Bazı yerlere dördüncü gün bile ulaşılamasını bekliyordu. Bölgeye yeterli ekip ve ekipman gönderilemedi ve canlarımızı enkaz altında yardım beklerken kaybettik. (Bu arada devlet nerede diyen sesleri susturmak için Twitter kapatıldı.) Deprem bölgesindeki en yüksek (24 bine yakın) ölüm sayısına Hatay’da ulaşıldı. Artık bu cehennemi yaşayanlar için yakınlarının cenazezsine ulaşmak ve onları defnedebilmek tek gayeye dönmüştü. Bunu başarabilmek tek mutluluk kaynağıydı. Gelinen noktada; kainatta yapayalınız ve çaresiz brakılan Hatay halkına, sadece “kader”e inanmak kaldı. Antakya yok oldu. Bir kentin hafızası yok oldu. İnsanların anıları yok oldu.
İlgili kurumlar ciddi manada bir hazırsızlık ve koordinasyon eksikliği olduğu ayan beyan ortadaydı. Ama hiç kimse sorumlululuk kabul etmedi, hiç kimse özür dilemedi, hiç kimse istifa etmedi, herkes “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla depremin ilk anından itibaren bütün birimlerimizle bölgedeydik” şeklinde açıklamalar yaptı. Sonra Erdoğan, Adıyaman’da “Maalesef arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Hava ve yol koşuları nedeniyle ilk günden gelemedik. Bunun için sizden ilk günler için helallik istiyorum” dedi. Biz de ağzımız açık dinledik bu açıklamaları…. Ancak ortada onbinlerce can kaybı varken böyle ”Hakkını helal et“ demekle hak helal olmuyor.
Milletin kendisine verdiği görev ve yetki çerçevesinde yaptıklarının veya yapmadıklarının sorumluluğunu üstlenmeyen bir siyasetçi profilii tamamen bize özgü bir model. Bu toprakların ürettiği bir vâkıa.
Seçmenin oy verip iktidara getirdiği kadroyu ülkenin başına gelenlerin sorumlusu olarak görmüyorsa söylecek bir şey yoktur.
Pof. Dr. Garip Turunç – Bordeaux (Fransa) Üniversitesi ve İstanbul Galatasay Üniversitesi Em. Öğt. Üy.
Bordeaux, 11 Eylül 2023