“Tüm eğitim emekçileri ile kır çiçeklerimize sevgiyle, saygıyla”
2017-2018 Eğitim -Öğretim yılı 18 Eylül 2017 Pazartesi günü başlayacak 1. sınıf ve okul öncesi öğrenciler, oryantasyon eğitimine tabi tutuldukları için her yıl olduğu gibi, bu yıl da okula 1 hafta erken başladı.
17 milyon öğrenci ve bir milyona yakın öğretmen Pazartesi günü çalacak ilk ders zili ile birlikte ders başı yapacak.
Bir eğitim ve öğretim yılı daha, kalabalık sınıflar, öğrencilerin beklentilerine yanıt vermeyen programlar, müfredat tartışmaları ve atama bekleyen 100 binlerce öğretmenin yaşadığı sorunlarla başlıyor.
Ne zamandan beridir aklımda bilmiyorum ama her öğretim yılı başında Zeki Ömer Defne’nin “Zil çalacak… Sizler derslere gireceksiniz bir bir..” dizelerini mırıldanırım.
Yüreklerimiz, “Sizi ben yoklama defterinden öğrendim haylaz çocuklarım.” diye söze başlayan öğretmenimiz gibi sevgiyle attığında güçleneceğiz.
Ülkemizde, Milli Eğitimi yönetmenin kolay bir iş olmadığının ironik söylemi, 2. Mahmut döneminin Maarif Nazırı Mustafa Haşim Paşa’nın yakınmasından başlar:
“ – Şu okullar olmasa, maarifi ne güzel idare ederdim…”
Haşim Paşa’dan sonra nice milli eğitim bakanları geldi geçti bu tezgâhtan. Yalnızca, mevcut hükümetin 15 yıllık iktidarı döneminde 7 bakan değişti.
Türkiye’de zorunlu eğitim çağında olan ve örgün eğitim alanında eğitim gören yaklaşık 17 milyon öğrencinin durumlarına kabaca göz attığımızda görüyoruz ki:
Ülkemizde derslik başına ve öğretmen başına düşen öğrenci sayısı bakımından OECD ülkeleri arasında iyi durumda değiliz.
Uzmanlara göre, “Her yıl yüz binlerce genç, ortaöğretimi diplomasız terk ediyor. Ortaöğretim çağındaki gençlerin üçte biri ne okuyor ne de çalışıyor. Ortaöğretim sistemi, gençlerin ihtiyaçlarına yanıt vermiyor. 15 yaşındaki çocukların yüzde 60’ı basit matematiksel problemleri çözemiyor. Eğitim sistemi eşitlikçi değil.”
Bizde ilk ve ortaöğretim öğrenciye kuru bilgi ezberletmekten öteye gitmez. Yaşamdan kopuktur. Yaparak, yaşayarak, sorgulayıcı, imgeleme gücünü geliştirici değildir.
Ülkeyi tanıma, sorunlarını inceleme olanağı vermez. Teste dönük sınav sistemi nedeniyle öğrenci kitap okumaktan kaçınmakta. Bu bakımdan öğretmenlere okuma alışkanlığı kazandırılması konusunda pek çok görev düşüyor.
Eylül ayı, aslında hüzün ve hazan sözcüklerini çağrıştırır. Oysa okullar için durum tam tersidir: Okulların çocuk seslerine yeniden kavuştuğu bir aydır Eylül ayı. Okulların açılmasına haftalar kala heyecan başlar. Bu heyecanı yalnızca öğrenciler ve anne babalar değil, öğretmenler de her yıl yeniden yaşarlar. Çarşıya pazara çıktığımızda bu heyecanın nasıl dışa yansıdığını görürüz.
Okul, bir çocuk için ailesinden sonra ilk sosyal kurumdur. Artık çocuğun yaşamında sadece anne baba önemli olmayacak, öğretmen ve arkadaşları da önem kazanacaktır.
8 Eylül, aynı zamanda ‘Dünya Kitap Okuma Günü’ dür.
Okulların temel amaçlarından biri de çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmaktır. Bir şekilde çocuklara kitap edinme özendirilmelidir.
Bizde ders yılı başında öğretmenlere kırtasiye yardımı yapılmakta. Okuma oranının çok yüksek olduğu İran’da benzer bir uygulama öğrencilere yapılıyor. Ders yılı başında öğrencilere, öykü, roman, şiir v.b edebi yapıtları edinip kitaplık oluşturabilmeleri için devlet ciddi yardımlar yapmakta.
Dileğimiz arının çiçeğe olan tutkusu insanın kitaba olan aşkına dönüşsün.
İki gün sonra kullar açılıyor. Sevgili çocuklar, sevgiyle, umutla geleceğinize koşun…
YORUMLAR