ELİF KAYNAK(Gümüşgöze Ortaokulu 8.Sınıf öğrencisi)
Geçen gün bir arkadaşımla konuşuyordum. Sohbet akıp gidiyordu ve bir ara cümlesinde “Hair Designer” sözcüklerini kullandı.Bu sözcükleri kullandığı için ona çıkışmakla beraber, onlarca kez tanık olduğum bu dil katliamına yeniden şahit olmamla dilimizi korumak için çabalayanların sesini duyurmaya ve bu konu hakkında bir yazı yazmaya gereksinim duydum. Peki üstünde bunca durduğumuz dil nedir?
Dil, farkında olmasak da hayatımızın merkezindedir. İletişim kurmanın ise eş anlamlısıdır. Gün içinde; işte, okulda, arkadaş ortamında, dışarıda, kısacası her yerde insanlarla konuştuğumuz dil, sosyal hayatımızın hatta hayatımızın kendisinin başrolündedir.
Farklı bir pencereden bakarsak; ulusal marş ve bayrak bir ülkenin nasıl bağımsızlık simgesiyse dil de öyledir.
Bir insan hiç bayrağını ayaklar altında çiğner mi? Veya ulusal marşın başka ülkelerin farklı dildeki ulusal marşlarından sözcükler, cümleler katıp onu değiştirir mi? Peki bir insan kendi evine hiç tanımadığı yabancı insanları alıp ve evini nasıl darmaduman ettiklerini bir köşeye oturup susarak izler mi? Ne kadar olanaksız gibi duruyorlar değil mi?
Fakat bunların hepsi yaşanıyor. Hem de hepimizin gözü önünde. Türkçe yabancı dillerin boyunduruğu altına girdikçe bayrağımız eziliyor, ulusal marşımız anlamını yitiriyor, memleketimiz dilimiz üzerinden işgal ediliyor, gözümüzün önünde bir can kan kaybediyor. Ve en acısı bunların gerçekleşmesinde, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğu altına girmesinde bizim de katkımızın olması. Atatürk’ün Türkçe’ye verdiği emeği hiçe sayarak bizim de katkımız olması!
Sırf bir özentilik uğruna, “havalı” gözükme uğruna yavaş yavaş benliğimizden sıyrıldığımız ve bu uğurda ne kadar gülünç duruma düştüğümüz ise su götürmez bir gerçek.
Türkiye’de on milyonlarca kişi sosyal medya kullanmakta. “Toplu Dil Katliamı”nın başkenti olarak bu ortamları rahatlıkla örnek gösterebiliriz.
Bu başkentlerden dilimize yapılan saldırılardaki birkaç işgalciyi tanıtayım size:” caps, like, dislike, fake, online, selfie, story, stalk, trol\trollemek, stalk\ stalklamak, post” ve daha onlarcası… Günlük yaşantımızın içine kadar girmiş ve Z kuşağı diye adlandırılan biz yeni neslin sıkça kullandığı sözcükler bunlar.
Ayrıca, bu saldırılar sadece sosyal medya aracılığıyla yapılmamakta ve günümüzde bu kelimeleri sadece gençler değil herkes kullanmaktadır.Aynı zamanda yine Türkçe olmayan, kimilerini neredeyse Türkçe sayacağımız kadar sık kullandığımız onlarca kelime daha var.
Peki “like” yerine “beğeni” demek çok mu zor? “Fake” yerine “sahte” ya da “selfie” yerine “özçekim”?
Türkçe karşılıkları söylersek”cool(!)” mu olmayacağız veya zayıf ya da yetersiz mi görüneceğiz? Hayır! Bizler Türkçe’yi koruduğumuz ve onu başka dillerin saldırısına maruz bırakmadığımız müddetçe bizler her geçen gün daha da güçleneceğiz.
Yazıyı sonlandırmadan önce bir noktaya daha değinmek istiyorum. Hiç şüphesiz bir ülke için en önemli iki unsur “Dil ve Tarih”tir.
Tarih ve dil bilinci olan bir ülke sağlam temeller üzerine kuruludur. Geçmişini bilmeyen, tarihinden ders çıkaramayan; dilini koruyamayan, yok olmaya mahkum eden, her daim yok olmaya mahkumdur. Atatürk farkında olduğu dil ve tarih bilinciyle Türk Dil ve Türk Tarih Kurumunu kurmuştur. Sadece bu bile dilin önemini kanıtlar nitelikte.
Konfüçyüs ise söylediği sözlerle konuya nokta koyuyor ve dilin önemini en iyi şekilde tüm insanlığa sunuyor:
Çinli filozof Konfüçyüs’e sorarlar: “Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
Konfüçyüs cevap verir: “Hiç kuşkusuz işe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü, dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”