Çinli filozof Konfüçyüs’e sormuşlar: “Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?”
Konfüçyüs cevap vermiş: “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil bozulursa kelimeler düşünceleri anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken işler yapılmaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa, adalet yoldan sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277’de, Türkçeyi korumak amacıyla yayınladığı ünlü fermanında: “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk Dilinden başka dil kullanmaya” diyor.
Yusuf Has Hacip, ünlü Kutadgü Bilig adlı yapıtında,
“ Dil değerlendirir insanı, onunla mutluluğa erer,
Dil değerden düşürür insanı, dili yüzünden başı gider.” diyor,
Şemsettin Sami Osmanlıcayı, “Türk’e okusak anlamaz, Arap’a okusak anlamaz, Acem’e okusak anlamaz, öyleyse bu dil ne dilidir..” diye tarif eder.
Büyük dünya şairi Nazım Hikmet, Anadolu halkının benimsediği, hatta İran yazınından kaynaklanmakla birlikte, kendine bağrından çıkan âşıklarla özdeşleştirdiği Ferhat’a şunları söyletir: “Sen yakından da uzaktan da, her zaman, her mekânda, konuştuğum dil gibi, Türkçe gibi güzelsin, Şirin.” Ferhat’ın Şirin’e tutkusu, Aslı’sına kavuşamayan Kerem’i yakıp kül eden ateş, Nazım’ın Anadolu halkına ve her gün biraz daha genişleyen yatağında durularak, gittikçe güzelleşerek akıp giden Türkçeye duyduğu sevgiye eştir. Yine Nazım bir mektubunda: “Dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki en başta gelenlerinden olan Türkçeyi severek yazmak. Böylesine büyük, böylesine yararlı bir sevginin içinde, bilincin, dünyayı haklıdan, doğrudan ve güzelden yana değiştirme isteğinin de bulunması gerektiğin inanıyorum.”
Yüce Atatürk, “Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” sözüyle dile bakışını ifade eder.
Dil davası, Atatürk için her zaman başta yer almıştır. Atatürk’ün sofrasında her zaman yer alan Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı yapıtında Ata’nın dille ilgili çalışmaları ve bu çalışmalar sırasındaki tartışmaları uzun uzun anlatır.
Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulup, kendi benliğini bulması için her çabayı gösteren Atatürk, bu düşüncesinin gelecek kuşaklara da yön vermesini düşünmesi sonucu önce Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurmuş, bu cemiyeti de 1932 yılında Türk Dil Kurumu’na dönüştürmüştür.
Yeni Kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti, çalışmalarına başlamadan önce, Atatürk bütün düşünürlerle kalem sahiplerini bir kurultay halinde toplamayı düşünmüştü.
Kurultayda Türk dilinin dünkü, bugünkü ve yarınki durumu görüşülecek, düşünceler ileri sürülecek dil işi ulusa mal edilmiş olacaktı.
Kurultaya yabancı konuklar da çağrılmıştı. Kısa bir hazırlıktan sonra 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe Sarayı’nın büyük tören salonunda, Atatürk’ün huzuru ile Birinci Türk Dil Kurultayı toplanmıştır.
İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül, 88 yıldır, ülkemizde Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde dil ve tarih, Atatürk’ün en çok önem verdiği olgulardı. Zira Uluslaşmanın en önemli temellerinden biri tarih, diğeri de dil idi. Bunun bilincinde olan Ulu Önder Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Ertesi gün Samih Rifat, Ruşen Eşref, Celâl Sahir ve Yakup Kadri İçişleri Bakanlığına başvururlar. Sonradan adı Türk Dil Kurumuna çevrilecek olan Türk Dili Tetkik Cemiyeti kurulur.
Mustafa Kemal Atatürk, 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu’nu (TDK) tüzel kişiliği olan bir dernek olarak kurmuştur. Özerk olarak çalışabilmesi için İş Bankası’ndaki hisselerinden bir kısmın gelirini derneğe vakfetmiştir.
12 Eylül’cüler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun ‘vasiyetnamesi’ni çiğnemiş ve kurumu kapatmıştır. Bu nedenle Türk dilinin özleşmesine, gelişmesine, Dil Devrimi’nin güçlenmesine katkıda bulunmak ve Atatürk’ün başlattığı Dil Devrimi’ni sürdürmek için 1987’de Dil Derneği kurulmuştur.
Bir dil, eğer ona sahip çıkan insanlar varsa ayakta kalabilir. Dilimizin çağlardan süzülüp gelen zenginliğinin kaybolmaması için öncelikle çocuklarda ve gençlerde dil bilincinin, dil sevgisinin yerleştirilmesi gerekiyor.
Dil sevgisi, yurt sevgisinden farklı bir şey değildir. Türkçemizin son yıllarda artan bir hızla hem yabancı sözcük saldırısı hem de söyleniş olarak giderek bozulduğu görülüyor.
Bunun önüne geçmek için evde, okulda, sokakta dilimize sahip çıkmak ve Türkçe sevgisini yaygınlaştırmak gerekiyor.
YORUMLAR