Öncelikle konunun abecesinden başlamalı. Din ile bilim arasındaki uzlaşmaz çelişki tarihte ve bugün gerçektir. Kimi bilimcilerin rahip olmaları, ilk üniversitelerin kilise kökenliliği, İslam tarihinde sınırlı bir bilimci topluluk -İhvanı safa- bu gerçeği değiştirmez. Neden değiştirmez? İktidar, her dönemde eleştirellik, usçuluk, özgürlük anlamı taşıyan bilime, gözleme, giderek ayrı inanç yorumlarına-tasavvuf, heteroksi, batıni- düşman olmuştur. Haipatya, Bruno, Bedrettin, Hallacı Mansur, Nesimi..hunharca öldürülmüş, Galileo ve benzerleri zulme uğramışlardır. Dil ile bilim barışık, iç içe bulunmamış, bulunmuş gibi görünenler, bilimcilerin varlıklarını koruma, kendilerini gizleme isteğindendir.
İskenderiye Kitaplığının Halife Ömer ya da Moğol Hulagu tarafından yakılması neyi değiştirir? İnsanlığın tüm birikimi yok edilmiştir.
Batılı sahte bilimciler karşı savlar üretmeye çalışsa da bu girdaptan çıkışın düzlemini aydınlanma-modernizm oluşturmuştur. Eşitliğin, özgürlüğün, gönencin düşünsel ve maddesel temeli bu dönemde kuruldu. Felsefede, yazında, sanatta da bu gerçek görülür. Kanıt yapıt pek çok ya tek örnek vereceğim: Emile Zola, Gerçek! Bu çatışma, laikliğin değeri bu denli mi çarpıcı anlatılır…
Aydınlanmanın başat düşünürü Immanuel Kant’tır. Kant’ın Aydınlanma nedir? sorusuna verdiği tarihsel yanıt müthiştir!
Aydınlanma, insanın, kendi güçsüzlüğüyle düştüğü, ergin olmama durumundan çıkışıdır.
Maddesel olanla olmayan ayrılmıştır. Bilim, gözlenebilir olanla, nesnelle ilgilidir. İnanç ise doğrulanamaz, yanlışlanamaz özelliktedir. İnancı tüpe konamaz, üzerinde deney yapılamaz. Bu ayrım çok önemlidir.
Türkiye bu gerçeklerin ve usdışılıkların toprağı yapıldı ne yazık.