Taşı da var asfaltı da betonu da…
Elde kalanı mı konuşmalı yoksa kalmaya çalışanı mı? Hangisi için yaşam daha zor? Haklısınız, soru da cevap da fazlasıyla zor! Eldeki zorluğun orta yerinde kalan bir şehir, Antakya… Dünü özleyen bir şehir! Özledikçe bugüne sarılan, ama sarıldığında dünü bulamayan bir şehir… Buna dair en dikkati çeken örnek mi? Yolları! Ona reva görülen şey çokça beton olmuş ya da asfalt. Ama kimse, ‘bu kentin eski hallerinde ne kullanılmış’ diye sormamış. O yüzden de her yerel idare aklına eseni yapmış, kimi de yapmak isteyeni ‘yapmak istediği’ noktada özgür bırakmış. Özgür bırakılanların ‘özgürlüğü’ ise Antakya’nın tutsaklığı olmuş.
Eldeki fotoğraf kareleri, bu tutsaklığın bir karşılığı olsa gerek. Zenginler Mahallesi içinde aynı sokağın yarısı taş, diğer yarısı ise beton kaplama! Ancak her iki taraf da, ara ara yapılan alt yapı çalışmaları yüzünden yama içinde. Ama eldeki kentin yorgun halleri bununla da bitmiyor… Bir sokak üstüne ilerlediğiniz zaman bu defa karşınıza asfalt bir kaplama çıkıyor.
Hissettiğiniz mi? Bir vatandaşın anlattığı gibi…
“Çocukluğumuz geçmiş bu sokaklarda. Böyle miydi? Değildi. Anlatsam mı? Kim dinler ki? Zaten birbirini dinlemeye dinlemeye gelmedi mi bu kent bu hale? Elde kalan da işte bu… Sevdik mi? Yok, sevmedik. Hem de hiç sevmedik. Ama itirazımızı dinleyen çıkmadığından, sesimizi de çıkarmadık. Biraz da bu yüzden, bu kentin bu güzelim evleri de sokakları da Antakya gibi değil artık. Belki bir şey, ama Antakya değil.” -Tamer Yazar-