Hatay Arkeoloji Müzesi…
Açılış törenine hazırlanıyor…
Konuk Yazar: Jozef Naseh/Arkeolog…
İnsanlığın gelişimsel sürecine yön veren bereketli Hilai’n Akdeniz’ e bakan ayağının ucunda, Uzak Doğu’yu Akdeniz’e bağlayan İpek Yolu’nun son çıkış noktasında…
Bir zamanlar Roma İmparatorlarına ev sahipliği yapmış…
İlk olimpiyatların yapıldığı,
Stoa okullarının kurulduğu,
Mitra inancını Perslerle paylaşan, onu eyleme geçirmeyip düşününde saklayan,
Hıristiyanlığa isim babalığı yapan, dünyanın ilk mağara kilisesini kuran,
Altın Ağızlı Yuhana’nın, ve Luka’nın Memleketi,
Hz. Musa’nın, ismini dağlarına nakıs etiği; Tanrı’dan aldığı on emri, koşulsuz ve kesintisiz iman yolu ile uygulayan,
Hz. Hızır ile Hz. Musa’yı ile buluşturan,
Tek Tanrı’ya inanma çağrısı yapan Habi-i Neccar’ın şehit edildiği, Anadolu’da İlk Camii’nin inşa edildiği,
Bayezıd-i Bistami Hazretlerinin zuhur ettiği yeri,
Haçlı şövalyelerinin, kutsal toprakları ele geçirmek için, fetih edilemez kaleler kurduğu,
Anavatana katılan son vatan parçası…
Şimdilik, 43 bin yıl öncesinden günümüze kadar kesintisiz olarak devam eden inanç ve kültür izlerinin bulunduğu topraklarda kurulan ‘Doğunun Kraliçesi’ Antakya…
İnsanlığın gelişimsel sürecinde; bilimi, sanatı, kültürü, felsefeyi inançlarla yoğurup, bunu da yeme içme kültürüne nakşeden, her defasında insancıl, yeni bir yaşam sürecine dönüştüren ve bu süreci de insanlığın ortak kültürel mirasına armağan eden ANTAKYA…
‘Orientis Apicam Pulcurum…’ DOĞUNUN KRALİÇESİ!
Ona, doğunun kralı değil, kraliçesi demişler! Doğunun kralı deselerdi… Yalnızca kaba güçten, görkemden ve teklikten söz edeceklerdi. Oysa Antakya’yı tanımlayanlar, hep ‘Doğunun Kraliçesi’ kimliğini kullanmışlardır. Çünkü kraliçelik; üretkenliği, bereketi, bilimin saklandığı yeri, hikmeti, üremeyi, merhameti ve yaşamın mutlu ve huzurlu döngüsünü simgeler.
HAZAN; ÇAN EZAN…
Bunun için, Antakya ve çevresinde yaşamını sürdüren her birey, sahip olduğu binlerce yıllık bu kültürel birikimi; yaşam kültürünün bir parçası olarak kanıksamış, özümsemiş ve kültürel geçişli, değişim ve dönüşümü sağlayan insancıl bir miras olarak kullanır. Bu mirası da, insanlığın gelişimsel sürecine, geçmişten geleceğe aktarılması gereken onur verici ve kardeşçe bir paylaşım olarak algılar.
Bu onurlu mirası paylaşırken, yüz yıllarca, ‘Hazan’ın, Çan’ın Ezan’nın’; birbirinin özgürlük alanına girmeden Sema’ya özgürce yükselmesini, kamil insanın kardeşçe paylaşımının koşulsuz ve engelsiz çağrısı olarak, bilinçlerine nakış ederek yaşarlar.
Bu yüzdendir ki… İnsancıl, sosyal, kültürel ve paylaşımcı bir yaşam biçimi özümsemiş Antakyalılar, kadim hemşerilerinden kalan ‘Doğunun Kraliçesi’ unvanı ve yeni Arkeoloji Müzesi ile evrensel kraliçeliğe aday olmak istiyorlar. Yeni Müzeleri ile marka kent değil, dünya markası bir kent olmak istiyorlar.
Antakya ve çevresinden çıkartılan eski eserleri ile kesintisiz olarak 43 bin yıllık belgelenmiş insanlık tarihini sergileyen, dünyanın ilk ve tek Arkeoloji Müzesini hala gezmediniz mi?
O zaman peşime takılın, ben sizi gezdireyim!
Bu gördüğünüz bina, Hatay Arkeoloji Müzesi. Elli iki dönüm üzerine kurulu, yaklaşık 36.000 metre kare kapalı sergileme alanı var. Ne kadara mal olduğunu sormayın! Uuuhhhuuu…
Dış cephesi, eski Antakya taş mimarisinden esinlenerek, taş kaplama yapılmıştır. Önünde gördüğünüz bu su değirmeni var yaaa… Ahhh! Sormayın! Bundan elli, atmış yıl önce, Asi Nehri coşkulu, berrak ve temiz akardı. O zamanlar, kentin bir kısım su ihtiyacını karşılamak için nehrin kenarlarında su değirmenleri kurulu idi. Ahşaptan yapılmış bu değirmenler zamanla çürüdü ve görevlerini onurla tamamlamış olarak tarihe karıştılar. Mimar da, müzeyi gezmek isteyenlere, bu değirmenleri anımsatmak amacı ile giriş kısmının yan tarafına tasarlamış. Bence de iyi bir tasarım yapmış. Emeğine sağlık.
Haydi, şimdi müzeye giriş yapalım.
Bakın, müzeye giriş, bir köprüyü anımsatan, hafif yüksekçe bir tümsek ile sağlanıyor. Neden mi? Anlatması acı! Ama bunu, sizin gibi değerli dostlardan saklamamam gerek. Nasıl olsa bunu size birileri anlatacaktır. En iyisi ben anlatayım!
Bir zamanlar, Romalılar tarafından yapılmış, uygarlıklara geçit veren bir taş köprümüz vardı. Üzerinde, nehrin coşkun sularına eşlik eden, mutluluk çığlıkları atarak dans eden martılar uçardı. Köprüyü yıktık! Martılar da bize küsüp gitti.
Sevgili mimarımız da bu köprüyü, bizlere anımsatmak için, müzeye girişi köprümüzü simgeleyen bir yükselti ile yapmış.
Haydi şimdi köprüyü geçip yolumuza devam edelim…
Giriş kısmın sağ tarafına bakın! Hayat ağacının kökleri üzerine kurulmuş ‘Çocuk Kazı ve Sanat Atölyesi’ var. Bu atölyede, çocuklarımıza Arkeoloji ve Sanat nedir, Arkeolojik kazı nasıl yapılır, buluntular nasıl çıkarılır, neler bulunabilir gibi görsel, eylemsel ve eğitsel çalışmalar yapılıyor. Çocuklarınızın, kadim uygarlıkları ve insanlığın sosyokültürel geçmişini kavrayabilmeleri için mutlaka müzeyi ve bu atölyeyi gezdirmenizi öneririm.
Şimdi de giriş bankosuna yönelenim.
Evetttt… Şimdi lütfen sıraya geçelim. Bundan sonrası ücretli! Aranızda 65 yaş ve üstü varsa, ücretsiz Pas Bilet alıp gezebilir. Geçerli müze kartı olanlar, turnikeye okutup içeri giriş yapabilir. Olmayanlar da lütfen 20 TL karşılığı bilet alıp giriş yapsınlar.
Benim yol göstericiliğim buraya kadar. Bundan sonrasını, kokartlı rehberlerle gezmenizi öneririm.
‘Olur mu? Bizi yarı yolda bıraktın!’
Ben sizi yarı yolda bırakmadım. Yeni bir yolun başlangıcına getirdim. Bundan sonrası, yasal olarak rehberlerin işidir. Onların mesleğine ve emeğine hepimizin saygı duyması gerekir. Öyle değil mi?
Hem ben size güzel bir jest yaptım. Siz fark etmediniz! Müzede sergilemede bulunan eserlerin bir kısmının fotoğraflarını, Hatay Arkeoloji Müzesi Müdürü’nden izin alarak yayınladım. Daha ne olsun?
Eğer 43 bin yıl önce, kendisine statü kazandıran insanla tanışmak istiyorsanız?
Antakya’nın ‘sivri kafalı’ kadim hemşerileri ile buluşmak mı istiyorsunuz? Şuppiluliuma’nın, düşmanı korkutan iri gözleri ile yüzleşmek mi istiyorsunuz? Anadolu’nun, Doğu Akdeniz çanağında yaşayan Luvi’lerin gizemli tarihini merak mı ediyorsunuz? Tell Atçana Höyüğü’nde bulunan gizemli tapınağı, sarayı ve bulunan mührü merak mı ediyorsunuz?
Tapınakların önündeki aslan ve kaplanlar sizi korkutmasın. Onlar, tapınakları korumak için ordalar!
Siz hiç, kentin yok oluşuna ağlayan ‘korucu tanrı’ gördünüz mü? Görmediniz değil mi? Rehberinize sorun, yerini gösterecektir. Mitolojik öykülerin, küçük renkli taşlarla bir tablo edası ile işlendiği ve yaşam bulduğu, bitince, 5000 m2 kare ile dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip olacak Müzedeki mozaikleri merak mı ediyorsunuz?
Yaaa Lahitler odası! Ölümüm ile yok olan kanın, duvarlara bordo rengi ile yansıtılması… Beyaz mermerden yapılmış lahitlere can verircesine sergilenmesine… Yerdeki ayak izlerini takip ederseniz, sizi, ölümün karanlık dünyasına atar!
Aniden yapılan aydınlatma ile beraber, muhteşem işçiliğiyle dünyanın en güzel, en görkemli lahdi karşılar sizi. Bu, kısa görsel şölen, size, ölüm ile yaşam arasındaki anlık yolculuğu duyumsatır.
Bu heyecanlı yolculuğu duyumsamak mı istiyorsunuz? O halde Hatay Arkeoloji Müzesi’ni gezmelisiniz. Durun! Daha Antakya ve çevresinde gezeceğiniz çok yer var. Bu yerler, size, evrenin var oluş sürecini sorgulatır. İnanç kültürlerin iman yolu ile nasıl geçişler sağladığını, yapılan inanç merkezleri ile anlatır.
Yeme içme kültürümüzün binlerce yıllık öyküsünü, mutfaklarda pişirilen yemeklerin yapılış öyküsünde ve lezzetinde bulursunuz.
Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın niçin burada buluştuklarını mı merak ediyorsun? Hıristiyan inancının gizlendiği Mitra inancını mı? Dünya’nın ilk mağara kilisesi St. Piyer mi? St.Simon’un, üzerinde 40 yıl yaşadığı sütunu mu? Anadolu’da inşa edilen ilk camii, Habib-İ Neccar’ı mı? Habib-i Neccar’ın tek Tanrı’ya inanma çağrısını mı duymak istiyorsunuz..
Hazan’ın, Çan’ın, Ezanın, birbirlerinin özgürlük alanlarına girmeden yaptıkları çağrıyı duymak istiyorsanız, gelin!
Yetmedi mi?
Kültürel aktarım ile Hititlerden öğrendiğimiz; güneşin doğuşunu simgeleyen sabah simidimizin, ay tutulmasını simgeleyen taş kadayıfımızın tadına mı bakmak istiyorsunuz?
Bunlar da mı yetmedi?
Gelin o zaman, size bir künefe ikram edelim!
Kalın sağlıcakla…