Dor Tapınağı’ndan Saint Simon Manastırı’na
Mutfağı, kültürü, tarihi, arkeolojik buluntuları, kazı alanları, keşifleri, mozaikleri, eski Roma kimliği, binlerce yıllık geçmişi, tescilli evleri, dün kokan hikâyesi… Haklısınız! Keyif veren bir şehir zenginliği! Ancak listenin uzunluğuna rağmen, eldeki tarihin bekçiliğinde o kadar da iyi değiliz ve bu da, olası defineciliğin ayak sesleri! Peki, farkında mıyız?
Bugünü, klasik ‘haber’ kurgusu ile yapalım istemiyorum. Biraz ben konuşayım, biraz siz! Hatta düşünelim! Birçoğumuzun adımladığı tarihi alanlarda yaratamadığımız ‘güvenlik’ algısını en çok da! Bunun en net örneği mi? Saint Simon Manastırı! Klasik, ‘1500 yıllık’ dediğimize bakmayın. Daha fazlası var. Ama eldeki adına paylaşılan ‘değerinin farkında mıyız?’ sorusunu hakkıyla cevaplamak, zor! Zira bu alanı ne zaman ziyaret etsem, ki dünyanın en önemli inanç noktalarından biri olması gerekirken, garip bir ‘kaderine teslim’ durumu var. Güvenlik yok! Bekçi yok! Yetkili yok! Kurumsal olarak ‘buradayım’ diyen hiçbir şey yok! Onlara ‘neredesiniz?’ diye soralım mı? Soralım, ama cevap almayı da ummayalım, ki bu haberleri sık sık yapan biri olarak, dünyanın en rahat ‘kurumsal sorumluluk’ algısı ile karşı karşıya olduğumuzu anlayalı uzun bir zaman oldu. Bu öyle rahat bir ‘kurumsal sorumluluk’ algısı ki, onca hata ve yanlış listemize rağmen, kimse ‘üstüne’ alınmıyor! Saint Simon Manastırı’nın durumu gibi!
Dor Tapınağı mı? Samandağ’ın üst kısımlarında. Tavsiye ederim… Muhteşem bir manzara eşliğinde, sizi inanılmaz bir hikâye bekliyor burada. Ama inanılmaz da bir yalnızlık! Burada da her şey aynı! Güvenlik yok! Bekçi yok! Yetkili yok! Kurumsal olarak ‘buradayım’ diyen hiçbir şey yok! Size, nereye geldiğinizi anlatan, hatırlatan bir tek bilgilendirme de!
Peki, eldeki tespitleri neden yapıyoruz? Konumuz biraz da buna dair! Güvenlik açıklarımıza dair! Bu güvenlik açıklarının, birilerini bu alanlara davet etmesinden duyduğumuz kaygıya dair! O yüzden de bugüne Arkeologlar Derneği Genel Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları ile devam edelim. Hatay’dan İstanbul’a, binlerce üyesi olan bir dernek adına, ‘defineciliğin’ geldiği noktayı bizler için özetlesin. Bizler, mevcut tehlikenin ne kadar farkındayız ve eldeki fotoğrafın neresindeyiz, biraz bunu netleştirsin.
-TAHRİBAT YÜKSEK-
Mevcut durumda, yılda 500’e yakın arkeolojik kazının yapıldığı Anadolu topraklarının gün yüzüne çıkmamış kültürel miras alanları, defineciler nedeniyle tehlike altında bulunuyor. Her yıl yapılan binlerce kaçak kazıdan çıkarılan tarihi eserler ya yurtdışına kaçırılıyor ya tahrip ediliyor ya da ülke içinde satılıyor.
Genel Merkezi Ankara’da yer alan, İzmir, Bursa, İstanbul’da şubeleri bulunan ve bugün bin 300 kayıtlı üye sayısına ulaşan Arkeologlar Derneği’ne göre, Türkiye’de kaçak kazı yapan binlerce defineci var. Çeşitli hapis ve para cezaları verilmesine rağmen, kısa yoldan zengin olma hayali kuranlar kaçak kazı yapmayı sürdürüyor.
Konunun önemine işaret eden Arkeologlar Derneği Genel Başkanı Dr. Soner Ateşoğulları, kültürel mirasın korunması için defineciliğin yasaklanmasını veya kontrol altına alınmasını istediklerini belirterek, Türkiye’de son 1-2 yıldır büyük bir defineci tahribatı olduğunu söyledi.
Hurafelerle hareket eden definecilerin olduğunu dile getiren Ateşoğulları, “Bir yerde bir kazı yapmak için cinleri devreye soktuklarını söyleyen defineciler var. Bunlar kesinlikle yanlış. Halkı böyle saçma şeylere inandırıp, kendi yanlarına çekmek istiyorlar. Bu insanların normal olmadıklarını düşünüyoruz. Normal bir insan, kaçak kazı yapmaz” ifadelerini kullandı.
Eline dedektör alanın kaçak kazı yaptığını, dedektör alırken, “Sen bunu nerede kullanacaksın?” diye soranın da olmadığını anlatan Ateşoğulları, “Dedektör alan bir kişi, arazide istediği gibi altın arayıp veya arkeolojik alanda bir metale öttüğünde kaçak kazı yapıp, tahrip edebiliyor. Dedektör satışının tamamen yasak olması veya kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyoruz.” dedi.
-DEFİNECİLİK-
Dedektör kullanımının, özellikle arkeolojik alanlarda drone kullanımı gibi kontrol altına alınması gerektiğini vurgulayan Ateşoğulları, “Çünkü definecilik Türkiye’de aldı başını gidiyor. Dernek olarak bundan çok rahatsızız. Defineciler Derneği, bizim baskılarımız sonucu, ayrıca Kütür ve Turizm Bakanlığı’nın mahkemeye vermesi sonucu kendini feshetti. Dernek kurmak anayasal haktır, fakat arkeoloji zengini bir ülkede Defineciler Derneği’nin olması kabul edilemez” değerlendirmesini yaptı.
Definecilerin örgütlenerek kısa sürede Anadolu’nun birçok yerine yayıldığını aktaran Ateşoğlulları, “Türkiye’de her köyde bir defineci var. Bunlar çok organize çalışıyorlar. Kendi aralarında iletişimleri var. Hatta bunları yöneten insanlar var. ‘Şurada bir höyük var, kazın, getirin.’ diyen insanlar var. Bunun kontrol altına alınması, dedektör satışlarının kontrol altına alınması, kaçak kazıların üzerine gidilmesi, polisiye önlemler ve halkı bilinçlendirmeye yönelik faaliyetler ile olur” diye konuştu.
Ateşoğulları, “Ülke olarak kültür varlıklarımızı titizlikle korumak zorundayız. Ekonomik olarak geleceğimiz de kültür varlıklarımızı korumamızdan geçiyor. Güneş, kum turizmi bir yere kadar. Kültür turizmi çok daha önemli. Kültür turizmimizi geliştirmek istiyorsak Bakanlık ve devlet olarak, arkeolojiye, ören yerlerimize, kültürel mirasa gözümüz gibi bakmak zorundayız” dedi.
-ÖNLEMEK İÇİN!-
Soner Ateşoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye’de kaçak kazıların önlenmesi için birinci derecede Kültür ve Turizm Bakanlığı sorumlu. Bakanlığa bağlı müzelerdeki arkeologlar, müzeciler bu işi önlemede yetersiz kalıyorlar çünkü bürokrasiye bağlılar. Bu nedenle kaçak kazıları önlemek için arazi teşkilatı kurulmalı. Arazi teşkilatında görevli ekibin bir mekanı olmalı ancak sürekli arazide dolaşmalı, kaçak kazıların önlenmesinin yanı sıra ören yerlerinin, kültür varlıklarının korunması için de çalışmalı.”
Arazi teşkilatının içinde arkeolog ve sanat tarihçisi olması gerektiğini belirten Ateşoğulları, “Bu ekip, kurtarma kazıları yapmanın yanında, kaçak kazıların önlenmesi için halkı bilinçlendirmeye çalışmalı bunu da polis ve jandarmayla işbirliği içinde yapmalı. Bu ekibin içinde muhtar, imam gibi yerelden insanlar da olmalı” dedi.
Arazi teşkilatı kurulursa, yereldeki insanların da bundan cesaret alarak daha katılımcı olacaklarına inandığını dile getiren Ateşoğulları, “O yüzden çözümün Ankara’dan yazılı bir karar çıkarmakla olmayacağını, yerelde çözülmesi gerektiğini düşünüyoruz. O nedenle bu teşkilat en kısa sürede mutlaka kurulmalı.” değerlendirmesinde bulundu.
-BÖYLE GİDERSE!-
Türkiye’de, önüne gelenin definecilik yapmaması gerektiğini vurgulayan Ateşoğulları, “Çünkü Anadolu’nun geri dönülemez bir kültürel mirası var. Böyle giderse kaybedeceğiz. Dedektörü alıyor vatandaş, istediği gibi tahribat yapıyor, kimse buna engel olamıyor. Kontrol edemiyorsunuz. Kaçak kazı yapmak için dedektör kullanımının yasak olduğunu topluma anlatmamız lazım” ifadelerini kullandı.
Kazı yapılan yerlerin bir şekilde korunduğunu, köylünün buraları benimsediğini, ancak Anadolu’da sayısı 30 bine ulaşan kontrolsüz höyüğün bulunduğunu anlatan Ateşoğulları, “Bakanlığın denetiminde olan yerler bunun binde biri bile değil. Geri kalan yerler ne olacak? Onun için böyle bir tehlike var” dedi.
“Haber dilinde sorun var”
-İSTİHDAM-
Arkeologların istihdam sorunundan da bahseden Ateşoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün istihdam edilmeyi bekleyen on binlerce arkeolog var. Türkiye’de onlarca arkeoloji bölümü var ve her yıl binlerce öğrenci mezun oluyor. Arkeologlar iş bulamadıkları için öğrenciler artık pek tercih etmez oldu. Kontenjanlar dolmuyor. Bakanlık arkeologlara yeni iş alanları yaratmalı. Müzeler, kazı alanları veya ören yerlerinin korunmasında istihdam edebilirler. Ören yerlerinin korunması için Bakanlık yeni mezun arkeologları kurstan geçirip bir belge verebilir. Turizm sezonu boyunca doğru bilgilerle gelen ziyaretçilere rehberlik yaparlar. Bir ören yerini en iyi arkeolog korur.”
-KAPI,GİŞE, PARA-
Ateşoğulları, arkeologlar olarak arkeolojiye; kültürel mirasın kazılıp, ortaya çıkarılıp, yayınlanması olarak baktıklarını ama, “kazalım, turizme kazandıralım, kapıya bir gişe koyalım, para basalım” mantığını ise yanlış bulduklarını dile getirdi.
Arkeolojik kazıların sadece turizmin hizmetinde olmadığını ifade eden Ateşoğulları, kazılardan, bilimsel sonuçlar alındığına ve duyurulduğuna dikkati çekti. Bakanlığın bu konuda destek vermesini beklediklerini söyleyen Ateşoğulları, “Kazı yapmak, arkeolojinin yüzde 20-30’udur. Yüzde 70’i, yayın yapmak, belgelemek, restore etmektir” dedi.
Türkiye’deki kazıların tamamının yerli olmasını da doğru bulmadıklarını belirten Ateşoğulları, “Çünkü arkeoloji evrensel bir bilim dalıdır. İnsanlık tarihini araştıran bir iş yapıyoruz. Bunu, sadece ‘Türkler yapsın’ demek komik” ifadelerini kullandı.
-KAÇIRILANLAR-
Ateşoğulları, yurt dışına kaçırılan eserlerin Türkiye’ye geri getirilmesi yönündeki çabayı desteklediklerini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kaçak kazılar sorunu çözülmediği sürece, yurt dışına daha çok eser gider. Biz onları almak için milyonlar harcarız. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu da bakanlığın daha etkin, sivil toplumla iş birliği içinde olmasıdır. Kültürel mirası korumak istiyorsak, bütün kurumlar eş güdüm içinde olmalı ama yönlendirici olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. Bakanlıktaki kaçakçılık, definecilikle ilgili bölüm daha da güçlendirilebilir.”
-UYARI BİZDEN!-
Son söz bizden olsun! Geçtiğimiz haftalarda bir haber yaptım… Tell Tayinat üzerine… Hani, Antakya-Reyhanlı karayolunun hemen kuzeyinde yer alan… Asi Nehri üzerindeki Demirköprü’nün 1.5 Km doğusunda, nehrin batıya dönerek Amik Ovası’nın güney yakasını çevrelediği yerde bulunan… Burası, binlerce yıllık bir geçmişi olan büyük bir höyük. Toronto Üniversitesi Yakın ve Orta Doğu Medeniyetleri Bölümü’nden Prof. Dr. Timothy P. Harrison tarafından kazı çalışmaları koordine edilen devasa bir arkeolojik alan. Aldığım son habere göre, bu alanda kazı çalışmalarına bu sene izin verilip verilmeyeceği konusunda ciddi bir tartışma yaşanıyor, Bakanlık noktasında ilerleyen yazışmalar ışığında! Eğer beklendiği gibi olur ve kazı çalışmalarına izin verilmeme gibi bir durum oluşursa, yani kazı ekibi artık bu alanı kontrol edemeyecek bir duruma getirilirse, sonuç ‘NE OLUR’ soralım! Ama sorarken de, bugünün konusunu ilgililere hatırlatalım! Bizden söylemesi, diye de ekleyelim! -Tamer Yazar-