Ekonomi bölümlerinin ilk sınıflarında ekonominin bir tanımı yer alır: Sınırsız gereksinimler ile sınırlı kaynakların dengelenmesi, bölüşümü tekniğidir. Gereksinimlerin neden sınırsız olduğu bölümü tartışmalıdır ve anamalcı (kapitalist) düzenin tüketim kışkırtıcılığıyla uyumludur. Kaynakların sınırlı bulunduğu bölümüyse doğru olmakla birlikte her zaman bölüşüm eşitsizliğiyle birlikte işlemiştir.
Anamalcı sömürü düzeni egemenliğini sürdürüyor. Oysa kuramsal dayanağı her zaman çürük oldu. Adam Smith’in Ulusların Zenginliği adlı kitabı klasikleri sayılmaktadır. Burada temel ilke, “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” biçimindedir. Ve tabii dayanaksızdır. Sonra D. Ricardo, Keynes…önemli rol oynadılar. Ricardo, sermayenin birikim alanları üzerinde durdu. Keynes ise çarpıcı bir buluşun ekonomistidir. Dönem anamalcılığın önemli bunalım dönemlerinden 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı zamanıdır. Üretim satılamamaktadır. Çünkü toplum yoksuldur. Yer ABD’dir. Bugünden yarına emperyalist pazar da bulunamamaktadır. Keynes çözümü eften püften işler karşılığında bile insanları çalıştırıp para vermekte bulur. Ekonomi yeniden işlemeye başlar. Bu durum enflasyona neden yol açmaz? Çünkü sorun üretim fazlalığıdır.
Gelelim kısa süre önce yine Amerika’da yaşanan konut patlamasına. Evet, patlama… Gerçek işlem tek konutun satışıyken, o tek olay üzerinden iki üç balon işlem yapılmıştır. Tıkandığı anda ise geriye doğru, balon işlemler bir bir patladı; finans şirketleri iflas etti, bazılarınınsa iflasına izin verilmeyerek kapitalizmin, demokrasinin şampiyonu ABD hükümetince desteklenerek kurtarıldı. Piyasa kendiliğinden dengeleniyor muymuş? Hayır, dengelenmiyormuş! Serbest piyasacıların laf salatalarından biri de buydu; müdahale edilmemeli, piyasa kendiliğinden dengelenir! Halt dengelenir…
Dengeden geçtik, emperyalizm yakıcı gerçekliğini, kötülüğünü sürdürüyor. Enerji ve egemenlik başlıca saldırı amacını oluşturmaktadır. ABD, görünmez ortağı Birleşik Krallık, görünür ortağı İsrail, yalnızca Irak’ta yaklaşık 2 milyon sivili öldürdü. Suriye özelinde saldırıların arkası gelmiyor.
Türkiye’nin, bu egemenlik savaşında payına düşen çok ağır yük. Bu yük oluşmayabilirdi. 1980’den, 24 Ocak Kararlarından başlayarak sömürü, çalışan haklarını kazımak kural, tersi istisna duruma getirildi. Dünya Teacher-Reagan ikilisinin kamu düşmanlığıyla biçimlendirilmekteydi. Türkiye’deki taşeronu hem 12 Eylül Kenan Evren faşist cuntası hem de Turgut Özal işbirlikçisiydi. “Ben öyle işçiydi, sendikaydı, pazarlıktı anlamam” demekteydi. ABD uşağıydı. 1990’lı yıllar hem ekonomik çöküşün sürdüğü hem de etnik Balkanizasyon siyasetinin, başta ABD’ce uygulandığı yıllardır. 2000’li yıllara ise ABD –CIA istasyon şeflerinin aradıklarını daha katmerli buldukları, deyim yerindeyse sonun başlangıç dönem karaktersizliği damgasını vurdu.
Şimdilik 23 yıldır bir İskenderun Demir Çelik Fabrikasına denk fabrika açılmadı. 512 milyar dolar borç stoku var. Bu tutarın kura bağlı ne olacağını kimse bilmiyor. Kur ise 35 ABD doları. Yurtiçi üretiminin %60 dış hammaddeye bağımlı bulunduğu açık gerçek. Hangi dükkân yerine baksanız boş, kapalı. İşsizlik, iş bulmaktan umudunu kesenler var diye azaldığı söylenir durumda. Halk domatesin bile 40 lira, etin 300 lira, 400 lira fiyatla satılmasına alıştı. Ne ki hâlâ yalanla, tehditle yelken şişirme çabasından geri durulmuyor.
Ekonomi, kimi bol akıllıların habire konuştukları borsa, banker, broker konusu kesinlikle değildir.
Ekonomi üretimdir, verimliliktir, yeniliktir (inovasyon), teknoloji-bilimdir, planlamadır, niceliğin yanı sıra niteliktir.
Buradan Nasuh Mahruki Kardeşime selam yollarsam çok mudur?..
YORUMLAR