Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

En çok ihtiyaç duyulan zamanlardayız!

En çok da ihlal


En çok da ihlal edildiği zamanlarda…

‘İnsan Hakları’ kavramının hala tartışmalı bir zeminde ilerlediği Türkiye’de, geride kalan 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü değerlendiren Hataylı Akademisyen / Hukukçu Neval Oğan Balkız’ın tespiti de net oldu.

Bir tarafta, Türkiye’de her 100 kişiden 73’ünün ülkede insan hakları sorunu olduğunu düşündüğü, kamuoyu araştırma kuruluşu KONDA’nın hazırladığı rapor, diğer tarafta, anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sıklıkla ihlal edildiğini ifade eden Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) verileri… Türkiye’de yaşananları, geride kalan 10 Aralık İnsan Hakları Günü kapsamında değerlendiren, Hataylı Akademisyen / Hukukçu Neval Oğan Balkız, “Michael Freeman’ın deyimiyle, ‘İnsan haklarına en çok ihtiyaç duyulan zamanlar, en çok ihlal edildiği zamanlar oluyor…’ Türkiye’de (ve dünya genelin-de) yaşanan gelişmeler, bize, Freeman’ın tanımladığı zamanların içinden geçmekte olduğumuzu bir kez daha gösteriyor!” dedi.

-BİÇİMSEL!-
Eleştirileri noktasında Ankara’da duran ve AKP’nin, iktidar süreci boyunca, aşamalı şekilde, halkın “şeffaf ve adil” olduğu konusunda ciddi kuşku ve itirazlarının bulunduğu, seçimlere katılımından ibaret, biçimsel bir seçim demokrasisini kurumsallaştırdığını söyleyen Balkız, eleştirilerini sıraladı ve şöyle devam etti.
“Demokrasiyi, seçimden seçime ortaya çıkan bir sonuç olarak değerlendirdi, sandığı; kendi erkini meşrulaştırma, halkı hareketsiz ve karar süreçlerinin dışında tutmanın ideolojik bir aracı olarak kullandı. Bireyler ve halk kesimlerini siyasal süreçlere katılmaktan, süreçleri sürekli denetlemesini sağlayacak olanaklardan, temel hak ve özgürlüklerini kullanmaktan hukuk dışı yöntemlerle ve baskılarla yoksun bıraktı. Adaleti sağlamaktan uzak, kanunlar silsilesinden oluşan hukukun ve ekonomik ilişkilerin oluşturduğu bir düzeni, topluma dayattı. Yönetenlerin, anayasa kuralları başta olmak üzere, hukuk kurallarıyla bağlı olmasını öngören hukuk devleti ilkesini; yargı, yasama, yürütme erkelerinin düzenleniş ve işleyiş bakımından, karşılıklı olarak birbirlerini denetleyebildikleri bir örgütlenmeyi içeren kuvvetler ayrılığı ilkelerini ortadan kaldırdı. Demokrasinin en önemli toplumsal ilkesi olan laikliğin içini boşalttı, devletin, laik karakterini ortadan kaldırdı. Siyaseti, pragmatik, kısa vadeli reformlar ve tavizlerden ibaret gördü. Kutsal sayılan değerlerle siyaset yaptı, toplumu ayrıştırdı, ötekileştirici ve gerginlik yaratıcı ortamlardan oy almaya çalıştı. Uzlaşı kültürünü, eşitlerarası toplumsal müzakere etme bilincini ortadan kaldırdı. Toplumsal alandaki dinsel, ekonomik, etnik karşıtlıkları, insanları ‘dost ve düşman’ olmak üzere etkili bir şekilde ayırmayı sağlayacak kadar güçlendirdi ve politik bir karşıtlığa dönüştürdü. Cinsiyetler arası eşitlik referansını reddetti. Tarihsel ve toplumsal olarak var olan cinsiyet kalıpları ve rollerini, gittikçe artan şekilde (İslami) dinsel, kültürel ya da diğer geleneksel önyargılara göre biçimlendirdi. Bu İslami, eril ‘toplumsal cinsiyet kurgu-sunu’, eğitim başta olmak üzere, toplumsal tüm alanlarda dayattı. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi, yurttaşlık hakkı niteliğinde olan sosyal ve ekonomik haklar, piyasada alınır-satılır hale getirildi. Piyasalaştırma, hayatın her alanında hakim kılındı. Çalışma ve iş yaşa-mı, bütünüyle güvencesiz ve örgütsüz hale getirildi. Emekçilerin, kendi gelecek-lerine sahip çıkabilecekleri örgütlü tüm alanlar kapatıldı. İşten atılma korkusunun yarattığı katlanma duru-mu içinde, bu kesim-ler, geleceksiz bıra-kıldı.” -Tamer Yazar-