Benim gibi yaşı 65’i geçmiş olanlar, 50 günden beri evdeler.
Okuyorum, yazıyorum, müzik dinliyorum, kitaplığımı düzenliyorum.
Zaman az, yayın çok diye şikayette bulunup dururduk. Şimdi koşullar farklı, zaman da bol, yayın da bol.
Okumanın lezzeti tartışılmaz. Bugün okumanın lezzetinden söz edeceğim biraz.
Yazmak Yaşamak, Oktay Akbal’ın beğenerek okuduğum denemelerinden oluşuyor. Yazarın 50 yıl önceki kültür ve toplum sorunlarına ilişkin görüşlerini buluyorsunuz..
“Oktay Akbal sanatçılıkla birlikte düşünürlüğü de olan bir yazarımızdır. Yazmak Yaşamak’ta Türk toplumunun sorunlarını iyi bilmenin ve dünyanın sorunlarına yabancı kalmamanın verdiği güçle pek az yazarımıza nasip olan bir kültür birleşmiş. Oktay Akbal, neyi söyleyeceğini çok iyi biliyor. Ele aldığı konular hep yakından ilgi duyduğumuz önemli şeyler. Kendine özgü, kısa tümcelerle oluşan, yalın, özlü, içten ve güzel diliyle yazıp anlatıyor onları bize.”
Kitap 1972 yılında Kitaş Yayınları’ndan çıkmış. Aynı yıl kitabı edinmiş ve ve dikkatlice okumuştum. Önemli bulduğum tümcelerin altını çizerek.
Canevimde Mor Isırgan, ömrünü aydınlanmaya, ülkesinin aydınlık geleceğine adamış olan, Hatun Birsen Başaran’ ın yaşamının son dönemine (1995-97) tanıklık eden günlüklerinden oluşuyor. Papirus Yayınlarından çıkmış.
Canevimde Mor Isırgan’ da “bu aydınlık bakışlı insanın yetişme-var olma koşullarını, yaşadığı hastalık günlerinin duygu-düşünce dünyasına yansılarını buluruz. Yaşama duyarlı bakışın anlamını, böylesi dar zamanlarda yaşanan acılarını paylaşıldığı ortamın gerçekçiliğiyle gözler önüne seren anılarda; sevginin, dayanışmanın, bağlılığın, adım adım yaşamı soluyuşun ve doğaya dönüşün duygu yoğunluğunu buluyoruz.”
Bir anlamda ‘kanser günlüğü’ olarak da nitelendirebiliriz.
Uygarlıkların Batışı, Lübnan asıllı, yaşamını Fransa’da sürdürmekte olan Amin Maalouf’un denemelerinden oluşuyor.
Doğup büyüdüğü Lübnan’ın çokkültürlülüğünden beslenen ve bunun önemini her zaman dile getiren Amin Maalouf’un Ölümcül Kimlikler ve Çivisi Çıkmış Dünya ile başladığı düşünce serüveninde en son ve karamsar durak.
Neler var denemelerde? “Çağımızın yaşadığı muazzam teknolojik ilerlemenin büyüsü ardına saklanmış iklim felaketleri, etnik düşmanlıklar, kaybolmuş özgürlük hayali ve pusulasını yitirmiş insanlık.”
Hafta içinde okuduğum başka bir kitap da 25 yıl önce, 1995 yılında hain teröre kurban giden yazar, sinemacı Onat Kutlar’ın Yeter ki Kararmasın adlı yapıtı. Yapıt, yazarın mektuplarından oluşuyor.
“Şiirin, romanın, resmin, müziğin ve elbette sinemanın bileşiminden çıkan kıvılcımlarla tutuşmuş bu mektupların, yazılışlarından otuz yıl sonra da kimi karanlıklara kibrit çakması niçin yadırgansın ki?
Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırları birbirine karışır. Her şeyin. Direnmenin, köşeyi dönmenin, özgürlüğün, tutsaklığın. Çıkmak? Böyle durumlarda herkesten önce birilerinin dönüp kapıya bakmaları gerekir. Oysa Bizans’ın iç içe çemberlerinde, sıkıştırılmış köle sarhoşluğu ile dolanıyoruz.”
Defterimde Kuş Sesleri, yazınımızın seçkin kalemlerinden, yayıncı, yazar Erdal Öz’ün öyküleri.. “12 Mart Askerî Darbesi, ’68 Kuşağı’ diye anılan bir gençlik kesimini yok etmek amacıyla yapılmış bir baskın hareketiydi. 1971, 1972 yıllarında iki kez tutuklanıp cezaevine girdim. Orada sık sık -gizlice- günlük tuttum. Bunu yaparken, bir yandan da dışarıya durmadan mektuplar yazıyordum. O günlük notlarda, mektuplarda yazamadığım pek çok ayrıntıyı, kafama, yüreğime kazıdım. Tuttuğum gizli günlük notlarımdan kurtarabildiklerimi, dışarıya yazdığım mektuplardan bulabildiklerimi belleğimde buluşturunca ortaya Defterimde Kuş Sesleri çıktı. Bu kitabı, daha önce yazdığım Gülünün solduğu Akşam’ın devamı gibi de okuyabilirsiniz.”
Bunlar bir hafta içinde okuduklarım. Masamda yüzlerce kitap bekliyor.
6 Mayıs, üç fidanımız, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edildikleri gündür. Onları saygıyla anıyorum.
Korona Günleri’de TV2’de özgün filmler, kaltieli kültür sanat programları izledim: Serçelerin Şarkısı, Büyük Yolculuk, Admiral (Amiral) , Üç yol, Kefernahum, Kuyucaklı Yusuf, Paulo Coelho’nun Güzel Öyküsü, Çavdar Tarlasındaki Asi.. beni etkileyen filmler oldu.
Yaşam karşısındaki zorlukları aşmada sanatın gücü ve güzelliği bir gerçek.
YORUMLAR