Termik Santral Yasası’nın AKP ve MHP oylarıyla önce ‘kabul’ edilmesi ve sonrasında Erdoğan tarafından ‘veto’ edilmesini değerlendiren Çalışkan: “Oylarıyla ‘evet’ diyen ve yasayı Meclis’te kabul eden iktidar partisinin genel başkanıyla, yasayı veto eden devletin başının aynı el olması, samimiyet sorgusunu ortaya çıkardı.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, termik santrallere filtre takılmasını erteleyen yasal düzenlemeyi veto etmesinin ardından, söz konusu madde, kanun teklifinden çıkartılarak TBMM’de kabul edildi. Sürecin şaşırtan kısımları noktasında oldukça çarpıcı bir değerlendirme ortaya koyan, Saadet Partisi GİK üyesi, Hatay siyasetinin önemli ismi Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, “Sahte çevrecilik, tribünlere oynama ve rant siyaseti” başlıklarında ilerledi.
–NE OLMUŞTU?-
Söz konusu madde, TBMM Genel Kurulu’nda 21 Kasım’da, AKP ve MHP’den Milletvekillerinin oylarıyla kabul edilmişti. Dijital Hizmet Vergisi, Konaklama Vergisi, Değerli Konut Vergisi gibi düzenlemeleri de içeren kanun teklifi içerisinde yer alan 50’inci madde ile beraber, kömürlü termik santrallerin çevre mevzuatına uyum süresinin 31 Aralık 2019’dan 30 Haziran 2022’ye kadar uzatılması öngörülmüştü. Cumhurbaşkanlığına imza için gönderilen yasal düzenleme, 2
Durumu değerlendiren Çalışkan’ın açıklaması, ara başlıklar halinde şöyle:
-TRİBÜNLER!-
Geçtiğimiz günlerde çevreyle ilgili iki farklı olay yaşandı. Her ikisinde de tribünlere oynayan ve yüzde yüz çelişki içeren tavır, aslında ülkedeki genel siyasi havanın tam olarak yansıması. Yetkililerin ilgili tutumlarını görünce, tereddütsüz, “Acaba her işte olduğu gibi, çevre duyarlılığı konusunda siyasi rant mı peşindeler?” demekten kendinizi alamıyorsunuz
Hatırlayacaksınız, geçtiğimiz günlerde tartışılan Kaz Dağları orman katliamları sonrası, hükümetin, meseleden yıpranmış olduğu hissedilerek, “ilgili/görevli” kimselerce ülke çapında genel ağaç dikme kampanyası başlatıldı ve tüm kurumların katılımıyla, 11 milyon ağaç dikimi yapıldı.
İkinci olay olarak, “Termik Santral Yasası” TBMM’de kabul edildi. Sonra da perde arkasında neler döndü bilmiyoruz, ama kamuoyuna yansıdığı kadarıyla; Cumhurbaşkanı tarafından, “Biz bunları böyle çalıştıramayız. Siz çok para kazanacaksınız diye biz halkımızın zehirlenmesine müsaade etmeyiz. Bir tarafta halkım diğer tarafta sermaye var. Kimse kusura bakmasın” sözleriyle veto edildi. Hatta -ne kadar doğrudur meçhulümüz- Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Afşin-Elbistan Termik Santrali’ni işleten Tahir Çelik’le bir görüşme gerçekleştirdiği ve santralin bacasına filtre takılmamasını sert bir dille eleştirdiği ve işadamına çıkıştığı haberleri basına yansıdı.
-SAMİMİYET!-
Oylarıyla ‘evet’ diyen ve yasayı Meclis’te kabul eden iktidar partisinin genel başkanıyla, yasayı veto eden devletin başının aynı el olması, samimiyet sorgusunu ortaya çıkardı. Daha ilginç olan da, yasaya bizzat evet diyen milletvekillerinin, büyük bir pişkinlikle vetoyu savunmaları oldu. Belki bu tavırlarını, onur-şahsiyet bağlamında değerlendirilecek bir konu deyip geçilebilir. Ancak ortada, ülkenin genel siyasi hayatını özetleyen tabloyu görünce, söyleyecek söz bulunamıyor. Acaba bütün
-ASIL SORU!-
Kimsenin aklına şu soru gelmiyor. İki buçuk yıl önce ertelenen filtre takma olayı, neden denetime tabi tutulup, takılıp takılmadığı kontrol edilmedi? Yoksa bu santrallerin başındakiler, “bir yerlere yakın kimseler” diye göz mü yumuldu?
Nihayetinde hükümet, bir şekilde bu olayı da “çevre dostu bir politika üretiyoruz” imajı ile örtbas etmiş gibi görünüyor. Bir yandan da, termik santraller konusunda gösterilen ince düşünce, konu “Kanal İstanbul” projesine gelince ilginç bir şekilde unutuluyor. Ne, bilim adamlarının uyarılarına kulak asılıyor, ne de muhalefetin endişeleri ciddiye alınıyor. Projeyle beraber gündeme gelen arsa, rant, parsel iddiaları bir yana, Marmara adasının çökeceği gibi dev tehlikeler bile kimsenin umurunda değil. Lütfedip cevap verme zahmetinde de bulunmuyorlar.
İçerisinde, ekolojiden ekonomiye birçok sorun barındıran bu devasa proje için tahmini harcanacak rakam, 65 milyar dolar. Getirisi ne olacak? Şimdilik bilinmiyor. “Gemiler artık oradan geçecek” deniyor, ama iddianın altı boş. Kaldı ki, Montrö Sözleşmesi hâlâ yürürlükte iken, kim bedava geçiş yapmak varken, para verip kanaldan geçer?
Bir de yeni kurulacak yeni şehrin İstanbul’a doğuracağı fatura, hesaba katılmıyor. Ortaya çıkacak imkânlar da kimlere tahsis edilecek, ihaleler kimlere havale edilecek, süregelen politikaya bakınca kolayca anlaşılıyor!
Köprü ve tünellerde olduğu gibi “yap-işlet” modeli ile yapılacağı tahmin edilen “Kanal İstanbul” projesinin, hayatında belki de oraya hiç uğramayacak gariban Anadolu insanına getireceği yük de ortada.
Biz bunları söylüyoruz, ama havuz medyası da, muhtemelen, devasa projenin ülkemize katacağı katma değeri sahte rakamlarla halkımıza anlatmaya hazırlanıyordur. Bir tiyatroyla, sakat doğan projeyi allayıp pullayacaklar. Her türlü yanlış planın, projenin ülkemize getireceği yükü paylaşmak da, ülkesini seven, düşünen herkesin görevi olmalı. Bütün bunlardan sonra, olayın aslında “Sahte Çevrecilik, Tribünlere Oynama ve Rant Siyaseti”nden başka bir şey olmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yok. -Tamer Yazar-