Hecenin uzayda bir yere ait olması ya da bir rengin, bir imgenin…
Belleğin derinliğini daha üst düzeye taşımak gibi bir yol…
Tüketim kıskacının çok ötesi…
Yapaylığın, anlam ve içeriğin
Yaşama ilişkin gerçekliğin toz duman olduğu bu yarı baygın adımlar, kimseyi var etmiyor sonuçta…
Kimin neyi ne kadar tüketeceğinden, kimin neyi ne kadar düşüneceğine kadar…
Rasyonel bir tercih mi bilinmez ama gerçekçi bir kayboluş denirse hiç yadırganmaz…
Hangi bekleyiş, hangi gökkuşağını yakınlaştırabildi ki
Uçurtmanın kuyruğunu kaybeden hangi düş, hangi çocukluğu?
Yaş, ırk, cinsiyet fark etmeksizin, duygulara yüklenen roller mi
Düşünüp, etkileşim içinde olduğunu sanan zihinler mi yoksa?
Birey birey olalı böylesi bir kalabalıkla kuşatılmamıştır. Böylesi bir yoğunluk, böylesi bir bulanıklık…
Kimin nerede durduğunu kestirebilmek neredeyse imkânsız
Günümüzden iki milyon yıl öncesi belki
Alet ve teknoloji girişiminden tutun bu çağa kadar, kendi gücüne atıf yapan hareketliliğin kuruntu hali…
Ve sonra kendi değerlerini ön plana çıkaran yüksek ses yoğunluğunun…
“Ne uykudayız, ne de uyanık:
Biziz,
Başka bir şey değil işte…” diye yazmış Octavio Paz
Bilgi neydi sahi, bilinç ve bellek
Bugünün karmaşasında anlama yüklenen muğlâklık neydi?
Her adım kendi suskunluğunun eseri…
Ve kalabalık bir gürültüye dalmış ritmin…
Roller dağınık olmak zorunda mı, şuursuz ve gergin…
Ama öyle
Zihnini cılız bir cümleyle ödüllendirenler
Kurgulanmış heceler yükleyenler
Bilinç her şeyden önce dönüşümdür çünkü…
Kalbin ritmine hükmetme becerisi belki…
Ancak içimiz hiçbir zaman tamamlanmayan bir döküntüyle acıyor…
Herkesin bildiğini yazan, herkesin okuduğuyla konuşan,
Kendini gerçek sanan rüya
Ya da avucundakilerin olmadığını hatırlatan ses…
Bu kaygılarla yaşamaya ne zaman karar verdik sahi?
Asıl mesele algıya odaklanan kesit…
Birbirine bu kadar zamandır yaklaşan kesişmenin bir anda yok oluşu…
Ya da en ince sesi yok sayan bir çember…
“Onu mavi üstüne mavi,
Siyah üstüne altın rengi boyuyorum.
Bu gök bir ilkokullu çantası,
Dutların lekelediği…” diye yazmış René Char
Evrene açılan yeni bir koridor gerek ya da kendiyle sözleşmiş kadim bir dil…
Yüzlerce avuç, sonsuzlukta sallanan sıra dışı ahenk…
Nereden geldiği fısıltılarla işlenen büyülü bir ezgi…
Belleğin derinliğini daha üst düzeye taşımak gibi bir yol…
Bu üretim ve tüketim kıskacının çok ötesi…
Yapaylığın belki, anlam ve içeriğin
Yaşama ilişkin gerçekliğin toz uman olduğu bu yarı baygın adımlar kimseyi var etmiyor sonuçta…
Kimin neyi ne kadar tüketeceğinden, kimin neyi ne kadar düşüneceğine kadar…