Şehirleşme çabasını ‘beton yapılarının artması’ ile ölçen bir coğrafyada, deprem gerçeğini ne zaman raftan indirir ve buna göre bir yapılaşmayı hayata geçiririz bilmiyoruz ama, uzmanlar, son depremlerin ardından uyarmaya devam ediyor.
08.08.2019 tarihinde 11.39 ile 14.25’te birbiri ardına meydana gelen Kuşadası Körfezi (İzmir) depremi (Mw=4.8) ile Bozkurt (Denizli) depreminin (Mw=5.7) Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi (DAUM) ile Afyon Kocatepe Üniversitesi Deprem Uygulama ve Araştırma Merkezi (DUAM) ekipleri tarafından yapılan bilimsel analiz, gelecekte olabilecek yıkıcı bir depremden en az hasarla çıkabilmek için yapılması gerekenlere işaret etti.
-NE YAPMALI?-
Hatay gibi 1. derece deprem bölgesi olan bir kenti de yakından ilgilendiren ve ‘ne yapılmalı’ başlığında sıralananlar ise şöyle:
-Türkiye ölçeğinde tanımlanmış olan diri fayların, tarihsel ve tarihöncesi dönemde ürettikleri depremlerin yeri, zamanı ve büyüklüğünü saptamak ve gelecekteki deprem üretme potansiyellerini ortaya koyabilmek için, bu fayların geçmişte ürettikleri tarihsel ve tarih öncesi depremlerle ilgili verilerin elde edilmesini sağlayan “hendek tabanlı” paleosismoloji çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
-Yakın gelecekte yıkıcı deprem üretme potansiyeli olan ve yerleşim yerlerinden geçen diri fayların, 1/1000 ölçeğindeki imar haritalarına işlenmesi ve bu fay zonlarının “yüzey faylanması tehlikesi kuşağı ve fay sakınım bandı” oluşturma kriterleri açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Yapılacak değerlendirme, 2018’de yenilenen deprem yönetmeliğine göre düzenlenmeli ve Bina Kullanım sınıflamasına (BKS) göre tampon bölge tanımlaması yapılmalıdır. Buna göre, fay zonlarında kalıp da depremden sonra ayakta kalması gereken bina envanteri saptanmalı ve bu binaların “bina performans analizi” yapılmalıdır.
-Türkiye’deki güncel kabuk deformasyonlarının diri fay ölçeğinde sürekli izlenebilmesi için, jeodezi çalışmalarına dayalı GPS istasyonlarının sayısı arttırılmalı ve bu bilgiler; uydu görüntüleri, jeolojik, sismolojik, paleosismolojik çalışmalarla desteklenerek, kırılma zamanı yaklaşan fay zonları ortaya konmalıdır.
-Yenilenen deprem yönetmeliğine göre, zeminlerin iyileştirilmesi ve uygun bina inşasının yapılması gerekmektedir.
-Bilindiği gibi, yıkıcı bir deprem öncesinde, yeraltındaki kayada, suda ve havada önemli değişimler meydana gelmektedir. Bu değişimleri gösteren tüm parametrelerin ölçüldüğü bütünleşik bir sensör sisteminin/ağının geliştirilmesi konusundaki deprem önkestirim ve denizaltında meydana gelen depremler ile meydana gelebilecek Tsunami erken uyarı sistemlerine yönelik çalışmalara hız verilmelidir.
-İlçe bazında üretilecek deprem senaryolarına göre, “Deprem Master Planlarının” yapılması veya var olan Deprem Master Planlarının güncel bilimsel veriler ışığında yeniden revize edilmesi gerekmektedir.
-Son yıllarda, denizaltındaki diri fayların kırılmasıyla oluşan depremler nedeniyle, Türkiye ana karasındaki diri fayların yanı sıra, deniz altındaki diri fayların da “Türkiye Diri Fay Haritasına” işlenmesi ve buna göre “Deprem Tehlike Analizine” yönelik haritaların yeniden üretilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır.
‘Ne yapılmalı’ listesinin sorusu ise net… Bunca ‘olması gerekenin’ neresindeyiz? Ne kadarı noktasında hazırız?
-VATANDAŞ MI?-
Hatay’daki vatandaşı tedirgin eden her deprem haberinin dayandığı bir uzman görüşü de var. Zira Mustafa Kemal Üniversitesi (MKÜ) Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Yer Fiziği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Semir Över’in geçmiş yıllarda yaptığı bir değerlendir-me, bugün hala geçerliliği-ni koruyor.
“Son yüzyılda Hatay’da meydana gelmiş en büyük deprem, 22 Ocak 1997’de 5.7 büyüklüğünde meydana geldi. Hatay’ı etkileyen son iki tarihsel depremin büyüklüğü, 7.2 ve 7.3’tür. Dolayısıyla, Hatay’ın jeolojik konumuna baktığımızda, Hatay’da 7 ve üzeri büyüklüğünde deprem beklemekteyiz. Bu durumda, son yüzyılda Hatay’da meydana gelen en büyük deprem olan 5.7 büyüklüğündeki depremin açığa çıkardığı enerji ile beklediğimiz 7 ve daha büyük depremin açığa çıkaracağı enerjiyi kıyasladığımızda, beklediğimiz deprem, 5.7 büyüklüğündeki depremin yaklaşık 90 katı olacaktır.”
Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası’na göre, Hatay’ın, kırmızı kuşak üzerinde, birinci dereceden deprem bölgesinde olduğunu ve risk taşıdığını bilen sokaktaki vatandaş mı? Beklentisini oldukça net ifadelerle resimliyor…
K.O. >> Korkutucu… Ne zaman duysam, büyük depremlerin o bitmeyen görüntüleri ve yıkıntılar arasında kurban arayanların ‘orada kimse var mı’ seslenişleri kulağımda çınlanıyor. Denizli’deki son deprem mi? Tabi ki korkuttu. Antakya, büyük depremlerle yıkılan ve kurulan bir kent olmuş tarihi içinde. Uzun zamandır beklenen bir deprem var ve bu hep konuşuluyor. Aslında kimse bunu konuşmuyor. Aklına bile getirmek istemiyor. Böyle bir risk yokmuş gibi günü bitiriyor ve diğer bir güne başlıyor. Kent yöneticileri de öyle. Bence durumun asıl korkutucu kısmı da bu. Kenti yönetenler, meydan bırakmadılar. Her yer, beton blokların işgali altında. Yeşil alanlar kalmadı. Olanlar işgal edildi. Ben merak ediyorum. İçinde yaşadığımız kenti ‘şehirleşme’ adı altında yok eden kent yöneticileri, depreme ne kadar hazır?
J.K. >> Bir arkadaşım yaşadı, son Denizli depremini. 5’in üzerindeymiş. Şu ana kadar hiç deprem yaşamadım. Ama o yer dediğin şeyin ayağının altından kayarcasına sallandığı bir ana tanıklık etmenin nasıl bir duygu yaratabileceğini düşündükçe, korkuyorum. Bizim durumumuz mu? Çok değişmiyor! Bir şeyler olunca, konuşuyor ve o şeyi gündeme alıyoruz genelde, ama… Denizli’de yaşananlar sanki Antakya’ya çok uzakmış gibi, ne bahsedildi, ne konunun ilgili tarafları durumu tartışma platformuna çekti. Antakya öyle bir hale geldi ki, Dağ kısımlarına kadar işgal ettik, şehir denen betonlaşmayla. Ne doğa bıraktık, ne ağaç, ne yeşil alan. Bitirdik. Ama güvenlik denene de nokta koyduk, ki bunu hiç fark etmedik!
H.M. >> Ben, Vali’ye sormak isterdim. Milletvekillerine… Belediye Başkanlarına… Meslek Odalarına… Depreme ne kadar hazırız, diye! En çok neyi merak ediyorum, biliyor musunuz? Deprem anında, toplanma alanlarımız neresi? Kaldı mı böyle bir yer?
U.P. >> Bir ara, yeni Devlet Hastanesi için tartışıldı, ‘fay hattı üzerine inşa edildi’ diye. Bunun doğru olup olmadığını merak ediyorum en başta. Bir de, neden deprem riski açısından bu kadar riskli bir kentin hastanesinin yapımında bu kadar yoğun bir ‘cam’ giydirme yapıldığını! Bir kere, yapıldığı yerin yanlış olduğu söylendi hep. Hadi bu kısmı es geçtim, ama… Onca cam giydirme ile yaratmaya çalıştıkları estetik, güvenlik riski de taşımıyor mu?
Y.S. >> En çok neye mi üzülürüm? Bugün bile ayakta kalmakta zorlanan eski Antakya evlerinin çoğunun yıkılma olasılığına! Normal şartlara bile dayanamayan bu evlerin, yaşanabilecek şiddetli bir depreme karşı durması, dayanması çok zor. Hatta olası bile değil. Zaten, onların yıkılmasıyla açılacak yüksek rant değerli alanlar sanırım bir çoklarının iştahını şimdiden kabartıyordur. Batı dedikleri Antakya’yı bitirdiler. Bitirmediler mi? Sıra doğuda! Bana sorarsanız, burası için iki büyük risk var… Biri deprem! Diğeri ise yangın! Bence elden çıkarılmış bir bölge burası. Ara ara ‘kurtarmaya’ çalıştıklarına bakmayın siz… Onların ki, ‘dostlar pazarda görsün’ hali! Bir şeyler yapıldığı görseli veriyorlar. Zaten yapılanlara bakın… Çoğu, hep dediğiniz gibi! Yaptık-Oldu cinsinden. Ama olmuş mu? Onlara göre olmuş! Ama aslında, olanı bile bozmuş!
P.İ. >> Denizli diyorsunuz da, son olarak Diyarbakır’da olmuş bir başka deprem, 4,2 büyüklüğün-de. Etrafımız sallanıyor, sallanırken de sanki çember daralıyor. İnsan olan da merak ediyor, ne kadar güvende olduğumuzu o çember içinde! Güvende miyiz? Tüm güvenlik önlemleri tamam mı? Yoksa içimiz Allah’a mı kaldı yine? -Tamer Yazar-