Günümüzde sinemada olsun yazında olsun ova boyunca kar, bezgin bıkkın öğretmenler, sevgisiz, küfürlü, mezhepli, Kürtlü sözler marifet durumunda. Epey de rağbet görür gibi gözüküyor. Zaman zaman Kanlarda (Cannes) filan ödüllendirilmekteler.
Kısa süre önce yitirdiğimiz Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim adıyla filme aktarılan şiir romanı O, yazınımızın önemli yapıtlarındandır. Söz ettiğimiz köklü bozukluklardan eser yoktur. Birden fazla okunur… Ferit Edgü’nün yapıtları çağrışım doludur. İnceyazını var eden, nitelikli kılan da budur. Çağrışım, imge, öz, yalın yazmak…
Edgü 1964 yılında öğretmen asker olarak Hakkâri’ye gönderilir. Bu epeyce de sürgündür. Gerici buyurganlar 1940’tan beri ne çok böyle işler yapmışlar… O adlı romanını 1976’da yazar. Pir köyünün öğretmenidir. Yirmi bir çocuğa bir damı temizleyip, düzene sokup, elleriyle sıra, oturak, karatahta yapıp okula dönüştürürler. İlk okullarıdır. Yoksul, pırıl pırıl çocuklar… Öğretmen kendi dilini öğretmeye başlarken onların dilini öğrenmeye çalışır.
Salgın başlar; bebeler ölmektedir bir bir. Kış. Kar yoları kapamış. Öğretmen valiye, Ankara’ya dilekçeler yazar. Vali bu işe bozulur.
Çocuklar da Öğretmen de coşkuyla öğrenirler. Ne ki yalnızlık, eşsizlik, yalnızlık, kadınsızlık…
Salgına, ölümlere bir müdahale çıkmamıştır; ne validen ne Ankara’dan.
İlde han, vali, aşevi, kahve, bakkal bir de Süryani kitapçı vardır. “Gençler” bir gün tüm kitaplarını dükkânın önünde yakarlar. Kitapçı yalvar yakar olursa da sonuç alamaz. Yalvarması da bari önce okuyun… diye haykırmasıdır. Ertesi gün ailesini de alıp göçmüştür, kaçmıştır.
Halit, Seyit, muhtar, Zezi…
Kötü insanlar değillerdir. Yaşam ilişkileri kendi seçimleri değildir. Zezi başka kadının üstüne gelmesine, getirilmesine karşın muhtar yeni karı arayışındadır. Seyit, yanında bulunamadığı bebesi öldüğünde başında Öğretmenin gözyaşı döktüğünü öğrenmiştir. Gönül borcu duymaktadır. Halit ağanın buyruğuyla insan öldürmekte, buna kahrolmaktadır. Bu yaşam tutsaklık üretmektedir.
Tek umut çocuklardır. Nasıl değiştireceklerdir? İşte orası bilinmez. Müfettiş gelip artık gidebileceğini bildirdiğinde acıyla ayrılır çocuklardan. Oysa müfettiş hâlâ O’yu sürgünde sanmaktadır.
İmdi sormak gerek; Ferit Edgü bu süreci 1964’te yaşıyor, 1976’da yazıyor. Bu apaçık ortaya koyduğu yalın gerçeklik sınıfsal değil de nedir? Etnisite bunun neresinde?