Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Orhan Tüleylioğlu

Geçerken bırakılan ayak izleri

20.yüzyıl Yunan şiirinin en büyük temsilcilerinden Yorgo Seferis, 1900 yılında İzmir’de doğdu. 1914 yılında ailesiyle birlikte Atina’ya taşınana kadar bu kentte ve Urla’da yaşadı. 1922’de İzmir’in yakılması, Yunanların bozguna uğrayarak kaçmaları ve binlerce yıllık bir geleneğin bir gece içinde yok olup gitmesi, Seferis’in dünyasını altüst edecek ve hayatı boyunca sanatını etkileyen en önemli olaylardan biri olacaktı.

Şair ve yazarlığının yanı sıra, Türkiye’de dahil olmak üzere, birçok ülkede diplomatik görevlerde bulunan Seferis, ilk şiirlerini Paris’te, hukuk öğrenimi yaptığı dönemde (1918-1924) yazdı. 1931’de yayımlanan ilk şiir kitabı Kıtalar, dile ve biçime getirdiği yeniliklerle Yunanistan’da tutucu kesimin eleştirilerine hedef oldu. Bir yıl sonra yayımladığı Sarnıç ile simgeci anlatımını geliştiren ve çağdaş şiirdeki yerini belirleyen şair, şiir dili ve tekniğinin doruğa ulaştığı yapıtı Destansı Öykü ile Yunan insanının yaşadığı kültürel iklimleri incelikli bir lirizmle aktardı. Daha sonraki şiirlerinde, kişisel ve ulusal tarihine yönelik anlayışlar ve çağdaş insanın yabancılaşma sorunlarını dile getirdi. 1963 yılında “Avrupa şiirine getirdiği yenilikler” den dolayı Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görüldü. Seferis şiir diline yeni uyumlar ve sesler kazandırmakla kalmamış, sanatında hem en ince mecazlardan yararlanmış, hem de bütün bunları halk dilini kullanarak gerçekleştirmiş ve ülkesinde şiirin konuşulan dille yazılması gerektiği inancını tartışılmaz bir kesinlikle ortaya koymuştu.

Yorgo Seferis’in 1945-1951 yılları arasında Yunanistan’da ve Türkiye’de tuttuğu notlardan oluşan ve Türkçede ilk kez yayımlanan “Bir şairin Günlüğü”, yalnız ülkesinde değil, bütün dünyada ilgi gördü ve çağdaş Yunan edebiyatının en önemli belgelerinden biri olarak ünlendi. Günlük, şiirin kaynaklandığı duyarlığı ve çıplak düşünceyi apaçık yansıtan pek az yapıttan biri sayıldı.

Seferis’in günlüğü, 2.Dünya Savaşı’nın bitiminde Yunanistan’ın müttefiklerce kurtarılmasının hemen ardından başlar. O dönemin acıları, günlüğün ilk sayfalarını biçimlendirir: “Bütün bu günler zulmün getirdiği, bezmiş bir tekdüzelikten, yıkımın sadist garezinden başka bir şey değil. Dün, yaralı kentte dolaştım durdum: Athenas, Piraeus, Üç Eylül, Aziz Kostantinos caddeleri, Kanninos Alanı. Yıkıntılar, yıkıntılar; havaya uçmuş, tuzla buz olmuş evler; darmadağın olup bir işe yaramadıklarında, insanoğlunun yarattığı şeylere sinen o uğursuz ve korkunç gülmece içinde.”

Seferis’in şiirsel yaratımının en derin kaynaklarını yansıtan günlük, şiire ilişkin düşüncelerin gelişimini sergileyen, bir yapıtın yavaş yavaş doğuşunu gösteren sonsuz bir büyüyle sürer:  “Şiir sanatı, sözcüğün bilimsel anlamında, gerçekleri anlatmaz; ne de, felsefi görüşleri ya da yaşamsal kuramları keşfeder; eğer gereksiniyorlarsa, başkalarının felsefesini ve bilimini kullanır. Şiir kişisel itirafların sanatı değildir, eğer böylesine itiraflarda bulunuyorlarsa, şiiri kurtaran onlar değildir. Şiir şairlerin kişiliğini anlatmaya çalışmaz, Eliot’ın da dediği gibi, ortadan kaldırmaya çalışır.”

Seferis, Ankara’da Yunan Büyükelçiliğinde görevliyken İzmir ve çevresinde yaptığı bir gezinin izlenimlerini belgeler. Yıllar sonra çocukluğunu geçirdiği yerlere dönüşünde yaşadığı hüzünlü deneyim; İstanbul, Bursa, Konya, Denizli, Marmaris, Bodrum, Ayvalık ve başka Anadolu kentlerine yaptığı yolculuklarda edindiği izlenimler, bu kentlerde yazdığı şiirler günlüğün son bölümünü oluşturur:

“Dönmek için çok geç; çark dönmeye başladı bir kere: bağlanmışım bir kez bu kıyının ipliğiyle, öbür ucundan birinin amansızca sarıp durduğu. Yine de, rüzgar, renkler, gökyüzü hep üstün; bozulmadan duruyorlar. Bilemiyor insan, gözleriyle mi görüyor, yoksa göz yordamıyla mı bakıyor?… Derken, büyükannemin bahçesiyle bizim evin arka bahçesini ayıran, kıyıya paralel yolda bulduk kendimizi. Denize doğru yöneldik: deniz durgun değildi, ama bir karabasan sessizliği vardı. Görüntü bir kürenin içindeydi sanki; benimle birlikte her şey bu kürenin içinde küçülüyor, bense, büzülüp parçalanıyordum. Ta ki her şey bir rafta unutulmuş; eskinin buruşmuş, kaba bir taslağına dönüşünceye kadar.”

Her zaman en önemli olan şeyler değil, geçip giderken olup bitenler de var bu günlükte. Her şeyden önce kendi iç dünyasına dalmayı seven bir şairin, duyguları, dürüstlüğü içtenliği ve yeteneği… Seferisin yaşamı boyunca yazmayı sürdürdüğü bu günlük, okuru tümüyle, şairin aklına, yüreğine ve yaratıcı eyleminin içine sürüklüyor.

Orhan Tüleylioğlu

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER