Ülkemizde adalete olan güven, maalesef çok kötü durumda. İnsanlar, adalet sistemimize güvenmiyor. Her ne kadar aksi görüşler olabilse de bu bir gerçek ve gerçeklerden kaçınmanın da bir faydası olamaz.
Yargının sorunları ve yapılması gereken reform hareketleri, çok büyük bir başlık konusudur. Bu başlıkta biraz daha, uzayan yargılamalar sorununa değinilecektir.
Bir vatandaşın mağdur olduğu iddiası ile yargıya başvurduğunu ele alalım. Bu vatandaşın sorununun 10 yıl boyunca çözülememesinin kabul edilecek bir tarafı yoktur. Yahut suç şüphesi ile soruşturma geçiren kişilerin hakkında yapılacak soruşturma sürecinin 3-4 yıl boyunca devam ettirilmesi ve savcının iddianame düzenlemeden dosyayı adeta rafa kaldırması da kabul edilemez bir durumdur.
En basit davalarda dahi makul sürenin çok üzerine çıkılması, yurttaşların adalete olan inancını zedelemeye yetmektedir.
40 Günlük Adli Tatili Hak Ettik Mi?
Yargı, her sene adli tatil olur. Her yıl yirmi Temmuz’da başlar, otuz bir Ağustos’ta sona erer. Yeni adli yıl bir Eylül’de başlar. Yani yaklaşık 40 günlük bir adli tatil süreci vardır. Bu süreçte acil işler ele alınır, birçok yargılama ise adli tatil sonrasına bırakılır.
Şunu söylemek gerekir ki, adalet sistemi, 40 gün tatil yapmayı hak edecek bir performans sergilememekte.
Zaten mahkemelerde dosyalar birikmiş, diğer yandan hakim-savcı tayinleri oluyor, yeni gelen hakim-savcıların dosyalara aşinalığı ise mevcut olmuyor. Tatil rehavetinden çıkılması, yeni dosyalara ve yeni adliyelere gelebilmek derken, zaten ipin ucu kaçıyor. Ve hakim-savcılar, maalesef karar çıkartamaz noktaya geliyor.
Şunu da ifade etmek gerekir, hakim-savcıların da adli tatil haricinde çeşitli sebeplerden ötürü duruşmalara mazeret verdikleri ve çıkmadıkları zamanlar da çok sık yaşanıyor. Tabii insanın mazereti olabilir. Fakat mazereti sebebiyle duruşmaya çıkmayan hakimin yerine gelen hakim, dosyaya genelde asla bakmıyor ve duruşmayı da aylar sonrasına erteliyor. Bu durum hem haksızlık yaratmakta hem de avukat ile müvekkilin arasını açmaktadır. Müvekkil de haklı olarak avukatına, “ben hakkıma ne zaman kavuşacağım, böyle bir sistem olabilir mi” diye serzenişte bulunuyor.
Dolayısıyla kanaatim şudur ki, Türkiye’de yargının hiçbir süjesi, 40 günlük tatil yapmayı hak edecek bir performans sergilememiştir. Tabii ki istisna olan kişiler vardır. Fakat genel fotoğraf bu durumu göstermektedir.
İnsanlar, yıllarca mahkeme kapılarında süründürülmemelidir.
Liyakat ve Sorumluluğun Önemi
Yargı dağıtan, hüküm kuran ve iddia eden hakim-savcılar için söylemek gerekirse, hakim-savcı atama sisteminin revize edilmesi şarttır. Her meslekte olduğu gibi bu meslek gruplarında da bu kişilerin ehil olması çok önemlidir.
Hakim ve savcıların sorumluluk içerisinde olması, geçerli bir sebep olmadığı halde dosyaların yıllarca uzamasına sebebiyet vermemeleri gerekir. Çalıştıkları alanda ehil olmaları ve yetkinliklerini de objektif kıstaslar ile ölçtükten sonra mesleğe başlamaları gerekmektedir. Bir hakim-savcının, “vereceğim bir karardan ötürü yarın sürgüne gönderilir miyim” endişesi taşımaması da gerekir.
Bir hakim-savcı, bir gün ağır ceza mahkemesi heyetinde görev yapıp, öteki yıl aile mahkemesine, sonraki yıl da kadastro mahkemesine atanmamalı. Hakimlik-savcılık mesleğinde de ihtisaslaşma sağlanmalı.
Başta da belirttiğimiz gibi, yargının sorunları çok fazla. Makul sürede yargılanmak, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde de Anayasamızda da teminat altına alınmıştır. Bu sorun; yoğun, verimli ve sorumluluk içerisinde çalışarak rahatlıkla çözülebilir.
“Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir. Temele taş bulmak gecikebilir. Devlete baş bulmak gecikebilir. Adalet gecikmek, tez verilmelidir” Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu !
Yargılamaların hızla ve adaletle sonuçlanması, hepimizin en temel arzusudur.
YORUMLAR