Dünyanın susabildiği ortak bir sessizlik olsa gerek…
Kavramlar, kavranamamış yaşamlar,
Klonlanmış bir gökyüzü, oyundan atılmış gezegen ve hatta kurgulanmış uzay boşluğu…
Atıklarımızın yoğunluğuyla köreliyoruz çünkü…
Ve bu yaralı bilinç kabuğunu taşıyamıyor artık. İyileşemiyor hatta.
Olmamışlığın tamamlanmasını beklemek gibi bir şey…
Yine o kalabalık görüntü, yine o anlamsız gürültü. Çıkarı dışında olan her şeyi dışlayan yoğunluk…
Sözcükleri ayırt edemiyoruz yazık ki…
Görüntülerin samimiyetini sorgulamak neredeyse imkânsız…
Bir sıkışmışlık, bir hissizlik anı…
Çağın kuklası olmak neredeyse bir sıradanlık…
Kötünün iyisine yaslanmak neyse o…
Karakterler, mekânlar, yarı yolda geri dönenler, sözcüklere takla attıranlar…
Kendinden başka herkese ya da bir mekânın ruhuna dokunduğunu sananlar
Ancak yaşamın kendiyle ilişkilendirdiği sözcükler olmalı…
Bu geleceksiz duyguları toparlayan bir umut…
Olmalı diyorum ama belleği olmayan bir sokağı adımlarken uyanıyoruz yeniden…
Okuru aynı, yazarı aynı, söyleşisi aynı kuyruklar uzanıyor zihnimize…
Ve belki sırf bu yüzden yoksulluğu ve heceleri aynı
Umutsuzluğu aynı bireyler uzanıyor geçmişe…
Ararken, korkarken, umutsuzluğa düşerken dahi birbirine benzeyen insanlar…
Yaşam geçmişine küsen bir yolculuk mu gerçekten?
Bütün kurguları gerçekle karıştıran
Dijital ortamlar, sosyal medya, tartışma programları, köşe yazıları..
Belki bizi endişeye sürükleyende bu…
Kavramlar, kavramlar…
Saklı çatışkıları gün yüzüne çıkaran endişeler…
Kaçışlar her zaman acıtır mı?
Evet…
Kapının ardına astığımız gölgemiz dahi acır…
Tedirgin bir zamanın uğultusunu çekip yırtmak gibi
Yalanın baş tacı edildiği uğultuyu dahi unutturan bir acı…
Her sesin kendi acısıyla yarıştığını düşünsene…
Her klavye tuşunun işlediği yalnızlığı
Kaçınılmaz olana karşı yaşanmış bireysel varoluşları düşün…
Zamana ve mekâna yaslanmış ağıtları…
Yoksulluk
Çocuk işçiliği
Kadın cinayetleri…
Ancak yaşamın kendiyle ilişkilendirdiği sözcükler olmalı…
Bu geleceksiz duyguları toparlayan bir umut…
Olmalı diyorum ama belleği olmayan bir sokağı adımlarken uyanıyoruz yeniden…
Okuru aynı, yazarı aynı, söyleşisi aynı kuyruklar uzanıyor zihnimize…
Ve belki sırf bu yüzden yoksulluğu ve heceleri aynı
Umutsuzluğu aynı insanlar uzanıyor geçmişe…
Ararken, korkarken, umutsuzluğa düşerken dahi birbirine benzeyen hayaller…