Hipodrom’un Antakya’sı…
Şanlıurfa’da 12 bin yıllık geçmişiyle “tarihin sıfır noktası” olarak nitelendirilen ve bu yıl UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Göbeklitepe’nin tarladan zirveye uzanan hikâyesi dikkati çekerken, Roma döneminde inşa edilen hipodrom ve tapınağın temellerine ev sahipliği yapan Antakya’nın buna dair hikâyesi ne durumda, soralım mı? Kazı çalışmaları, bir fabrikanın gölgesinde (!) süren Tell Tayinat’ı da unutmadan ama!
6 yıl önce UNESCO “Dünya Miras Geçici Listesi”ne alınan, bu yılın Temmuz ayında ise Bahreyn’de düzenlenen 42’nci Dünya Miras Komitesi Toplantısı’nda Dünya Mirası Listesi’ne dahil edilen Şanlıurfa’daki Göbeklitepe, 12 bin yıllık geçmişiyle dünyadaki tarih ve kültür meraklılarının gözde adresleri arasında. 2019 yılının, Türkiye’de ‘Göbeklitepe Yılı’ ilan edilmesiyle beraber, gerek kazı alanı gerekse Şanlıurfa’nın yeni sene içinde beklenenin çok üzerinde ziyaretçi ağırlaması bekleniyor.
Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Şanlıurfa Müzesi tarafından Prof. Dr. Klaus Schmidt başkanlığında hayata geçirilen kazılarda bugüne kadar birçok eser toprak altından çıkartılırken, kazı alanı, şu ana kadar bulunan mimari yapıların en eskisi olarak kabul ediliyor, ki bu özelliğiyle de ayrıca dikkat çekiyor. UNESCO sürecinde, Göbeklitepe’de; ziyaretçi karşılama merkezi, sosyal tesisler, canlandırma alanı, yürüyüş yolları, üst çatı örtüsü gibi projeler tamamlanırken, bu alan, adeta Urfa’nın dünya turizmine açılış kapısı halini de almış durumda.
Tüm bunları Antakya’dan izleyenler ise, benzer kazıların çok daha fazlasına ev sahipliği yaptığı halde, kent idarecilerinin ‘turizmi kendi iç sessizliğinde yönetme’ tercihleri nedeniyle olan biteni birkaç adım geriden izleyen coğrafyanın şu ana kadar cevapsız kalan sorularına yenilerini ekliyor, ki bu soruların sonuncusu, Roma döneminde inşa edilen hipodrom!
Bilmeyenler için hatırlatalım… Yaklaşık 500 metre uzunluğunda ve 75 metre genişliğindeki hipodromun, M.Ö. 1. Yüzyıl’da inşa edildiği ve 80 bin kişilik seyirci kapasitesine sahip olduğu düşünülüyor.
-NE DURUMDA?-
2017 senesinde paylaşılan bilgiler ışığında, Antakya’ya bağlı Küçükdalyan Mahallesi’nde bulunan hipodromun ana eksenini oluşturan ve at arabalarının etrafında tur atarak yarıştığı spina duvarının bir bölümün ortaya çıkarıldığı ve söz konusu çalışmaların, hipodromun diğer bölümlerinin tespit edilmesine yönelik devam ettiği biliniyor. Ancak sorgulanan kısım, bu kadar önemli bir kazı alanının Göbeklitepe kadar gündemde olmayışına ya da mevcut alanın tanıtımının ‘süregelen çalışmalar’ noktasında yeterince yapılamamasına dair!
2017’de bir açıklama yapan ve eski Roma’dan kalma hipodroma ait kazı çalışmalarına işaret eden, kazı ekibi Başkan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Işıl Işıklıkaya, “Antakya denince akla, haklı olarak öncelikle mozaik döşemeler gelmektedir. Bu kazılar, kentin sadece mozaiklerden ibaret olmadığını, aynı zamanda son derece zengin bir tarihe ve görkemli yapılara da ev sahipliği yaptığını göstermesi bakımından önemli” değerlendirmesinde bulunmuş, söz konusu keşfin, Antakya özelinde Hatay turizmi için önemini ortaya koymuştu.
O zaman bir kez daha soralım mı? Göbeklitepe noktasında ulusal ve uluslararası kamuoyuna yansıyan görsel paylaşımlar Şanlıurfa turizmine ciddi bir hareket kazandırmışken, antik hellenistik dönemin en büyük hipodrom yapılarından biri olan Antakya Hipodrom’una ait kazılarının Hatay turizmine şu ana kadar kattığı ne oldu? Peki, olası katkılar için ne yapıldı? Medyaya yönelik nasıl bir tanıtım stratejisi izlendi? Kazılar ve bulunanlar başlığında nasıl bir pazarlama ve reklam stratejisi izlendi? Düne dair yapılan bir açıklamada, “Toplam 20 hektarlık bir alanı kapsayan hipodrom ve 8250 metrekare alana sahip tapınak kazı alanlarının ilerleyen dönemlerde bir arkeoparka dönüştürülmesini planlamaktayız” diyenler, bugün, bahse konu arkeopark düşüncesinin neresindeler?
– TELL TAYİNAT –
Antakya Hipodromu’nun kent turizmi içinde ‘nerede’ konumlandığı (!) tartışmalarının biraz uzağında, kazı çalışmaları yine oldukça uzun bir süredir devam eden Tell Tayinat’ı da konuşalım mı? Ama öncelikle, Tell Tayinat’ın coğrafi koordinatlarını paylaşalım…
Tell Tayinat, Asi Nehri üzerindeki Demirköprü’nün 1.5 Km doğusunda, nehrin batıya dönerek Amik Ovası’nın güney yakasını çevrelediği yerde bulunan büyük bir höyük. Mevki, bir üst ve bir de alt höyükten oluşmaktadır ve alt höyük, Amuk’ta, Orontes taşkın ovasında tipik olarak görülen kalın bir mil tabakası altında kalmıştır. Bölge, Antakya-Reyhanlı karayolunun hemen kuzeyinde yer alır ve takriben 500m (Doğu-Batı) – 700m (Kuzey-Güney) boyutlarındadır.
-SARAY’IN ÜZERİNDE!-
Çok fazla gündeme gelmese de, Toronto Üniversitesi Yakın ve Orta Doğu Medeniyetleri Bölümü’nden Prof. Dr. Timothy P. Harrison tarafından kazı çalışmaları koordine edilen Tell Tayinat Arkeoloji Projesi, bilinmeyen bir yönüyle son dönemde oldukça tartışmalı bir süreç yaşıyor! Zira Neo-Hitit/Luwia başkenti Kunulua’nın önemli kalıntılarına ev sahipliği yapması nedeniyle dikkatlerin toplandığı bölgede kurulu (çok eski tarihli) bir Çırçır Fabrikası nedeniyle kazı çalışmalarının sekteye uğradığı ve söz konusu işletmenin, bu alanda bulunan bir saray kalıntısının tam da üzerinde yer aldığı iddia ediliyor. Hatta sıkıntılı sürecin Ankara’ya, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na kadar yansıdığı, Toronto Üniversitesi’ne bağlı kazı ekibinin de bu nedenle sorunlu sürecin bir an önce çözüme kavuşmasını beklediği ifade ediliyor. Ancak, tüm girişimlere rağmen, Tell Tayinat olarak anılan arkeolojik alanda yer alan Çırçır Fabrikasının sahipleri ile bölgede kazıların devam etmesi yönünde bir anlaşmaya varılamadığı da alınan bilgiler arasında.
-KONUŞUR MUYUZ?-
Konuya ilişkin iddiaların gerçekliği noktasında İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Müze Yönetimi ve Hatay Valiliği’nin konuşup konuşmayacağı ya da söz konusu alanda ciddi sıkıntılar yaşayan Toronto Üniversitesi destekli kazı ekibinin beklentilerinin karşılanıp karşılanmayacağı çok net değil! Ancak bugüne kadar önemli keşiflerin yapıldığı bir kazı alanının bu şekilde sekteye uğramasının önemli kayıpları da beraberinde getireceğini söyleyenler az değil.
Bilindiği gibi, Tell Tayinat 2012 kazı çalışmaları sırasında iki önemli eser ortaya çıkarıldı. Bir tanesi, geç Hitit dönemine ait (M.Ö.1100-800 yılları) devasa bir insan figürü, Hitit Kralı 2. Şuppiluliuma’ya ait 3 bin yıl öncesine ait bir heykel, diğeri ise kabartmalı bir sütun altlığı.
-EKİP AYRILIRSA!-
Konuya ilişkin konuştuğumuz, ancak durumun hassasiyeti nedeniyle ismini vermek istemeyen bir tarih uzmanı, ‘saray üzerinde çırçır fabrikası’ iddiası noktasında yaşandığı ifade edilen sürecin çözümsüz kalması halinde, bölgede çok uzun zamandır çalışmaları ‘gönüllü’ olarak sürdüren Toronto Üniversitesi ekibinin, işleri olduğu gibi bırakıp ülkelerine geri dönmek zorunda kalabileceğini söyledi, ancak uyardı da…
“Bu alan, şu ana kadar çok önemli keşiflerin ve buluntuların ev sahipliğinde duran bir coğrafya. Sadece Hatay turizmi değil konu, ama dünya tarihi de… Bunca yıldır bu bölgede çok ciddi bir emek veren ve adeta bu alanın korunmasını da sağlayan ekip eğer giderse, ne olur sizce? Açık ve net ifade edeyim ki, burası, definecilerin ve kaçak kazı yapan grupların hedefine girer. En büyük kayıp da, şu ana kadar ortaya konan emek olur, ki o da heba olur.
Bunu istemeyiz sanırım! İstememeliyiz de zaten. O halde yapılacak ilk iş, saray kalıntıları ile ilişkilendirilen çırçır fabrikası noktasında gerekli incelemenin yapılması olacak. Bu konuda herkesin işbirliği yapması gerek. İşletme sahipleri kimse, onların da bu işbirliğine katılması beklenen ve istenen şey… Zira burada kazanacak olan taraf, Hatay’ın kendisi. O anlamda hiç kimse ‘ben, sen ya da o’ demeden ‘biz’ noktasında durup kararını da bu hassasiyetle vermeli. Ya da… İlk Tunç Çağı’na ait bahse konu höyüğün üzerinde 1950’li yıllarda yapıldığı söylenen çırçır fabrikası ile mutlu mesut yola devam edilir! Tercih, şehrin kendisinin!” -Tamer Yazar-