Bugün, Cumhuriyet tarihimizde çok önemli bir yeri olan üç devrim yasasının kabul edilişinin 93. yıl dönümünü idrak ediyoruz.
Bundan 93 yıl önce, 3 Mart 1924 tarihinde “ Tevhid-i tedrisat” yasası ile “Hilafetin ve Şer’iye ve evkaf vekâletlerinin” kaldırılması yolundaki yasa TBMM’nde kabul edilerek yürürlüğe girmiş idi.
Bu üç yasanında Genç Türkiye Cumhuriyetinin tarihinin dönüm noktalarından başlıcaları olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
Bu yasaların kabulü suretiyle ülkemizin çağdaşlığa doğru hızlı ve önemli adımlar atabilmesinin yolu açılmış, bunun sonucu olarakta kısa sürede dünyanın etkin ve saygın çağdaş devletleri arasında yer alma başarısı kazanılmış idi.
Bu üç devrim yasası içerisinde yer alan “tevhidi-i tedrisat” yasasının geleceğimizin şekillenmesi yolundaki önemi inkar edilemez.
“Tevhid-i tedrisat” yani “ eğitim ve öğrenim birliği” yasası ile ülkemizde çağdaş eğitimin temelleri atılmak, müspet bilimlerin ışığında çocuklarımızın ve gençlerimizin yetişmesinin sağlanması yolu açılmak istenmiştir.
Başlangıçta, Atatürk Türkiyesinde, bu amaca uygun olan bir eğitimin yapılması için tüm hazırlıklar tamamlanmış, tüm engeller ortadan kaldırılmış idi.
Bu bağlamda dünyaya örnek olan “köy enstitüleri” de yaşama geçirilmiş, bunun sonucu olarakta “köyden kente göçün önüne ” geçilmesinin sağlanması amaçlanmıştı.
Ama zaman içerisinde ve özellikle çok partili yaşama girildikten sonra, çeşitli hesaplarla Tevhid-i tedrisat yasası budanmaya, etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır.
8 Yıllık kesintisiz temel eğitimin uygulamasına da, 4+4+4 gibi emsali görülmemiş bir uygulama ile neredeyse son verilmiştir.
Böylece eğitim öğrenim birliği yasası, temelden sarsılmıştır. Çağdaş eğitimin ve müspet bilimlere dayalı çağdaş bir gençlik yetiştirebilme amacına yönelik olan bu devrim yasası neredeyse etkisiz bir konuma indirgenmiştir.
Oysaki, çağdaş ülkeler arasında yer alabilmek, gelişmeleri takip edebilmek, teknolojiyi tüm özellikleri ile birlikte uygulayabilmek, müspet bilimlerin peşini bırakmamak, yeni yeni buluşlara ev sahipliği yapabilmek, bunları yaşama geçirebilecek genç beyinleri yetiştirebilmek, dünyaya örnek olabilmek için, çağdaş bir eğitimin ülkemizde var olması zorunludur.
Ama ne yazık ki, bu zorunluluğun bilincine yeterince varılamadığı içinde, bu konuda yeterli beyinlere sahip olunamadı, ya da az sayıda yetiştirdiğimiz genç beyinler ise soluğu kendilerine kucak açan, her türlü imkânı önlerine seren batı dünyasına da gitmek suretiyle çalışmalarını oralarda sürdürmeye başladılar.
Bunların son örneğini geçtiğimiz yıllarda Nobel ödülünü alan Aziz Sancar olarak gösterebiliriz. Sancar eğitimini Atatürk Türkiyesinde yapmış, ama bilimsel çalışma için ABD’ye gitmek zorunda kalmıştır.
İşte, Atatürk Türkiyesinin yetiştirdiği bir genç olarak bu ödüle sahip olan Aziz Sancar , ödülünü aldıktan sonra “ben Atatürk ilke ve inkılapları sayesinde bugünlere geldim. Onun çizdiği yolda yetişen bir genç olarak bu ödülü ona armağan ediyorum” anlamına gelen cümleler kurmak suretiyle, Atatürk’ün ve çağdaş eğitimin önemini, büyüklüğünü, değerini üzerine basa basa vurgulayarak bizleri uyarma görevini yerine getirmiştir.
Bilinmelidir ki aydınlığa ulaşabilmek, yeni yeni buluşlara ev sahipliği yapabilmek, teknolojinin beşiği olabilmek, çağdaş ülkeler arasında saygın bir yer edinebilmek için, çağdaş bir eğitim anlayışının eksiksiz bir şekilde uygulanması ve böylece çocuklarımızın, gençlerimizin beyinlerinin müspet bilimlerle doldurulması zorunludur.
Eğer hiçbir sulandırmaya tabi tutmadan, modern ve çağdaş bir eğitim anlayışı ile okullarımızın müfredatı tespit edilir, bu anlayışa sahip öğretmenlerimiz vasıtasıyla eğitim verdirilir, üniversitelerimiz aynı anlayış içerisinde bilimsel araştırmalar ve çalışmalar yapmak suretiyle görevlerini hiç bir baskı altında kalmadan yerine getirebilirlerse, bilinmelidir ki Türkiye’nin önü daima açık olacak, çağdaş uygarlığa ulaşabilmesi hiçbir şekilde engellenemeyecektir.
Üç devrim yasasının kabulünün 93. yıldönümünde bu yasaların önemini kavrayabilmek, bize bu yasaları kazandıranları hayırla ve takdirle anmak gerekir. Kazandıklarımızın değerini bilmez ve onları koruyamazsak, geleceğin aydınlık değil, karanlığa yönelik olacağı ayırdına varmak gerekir.
Bu vesileyle bir kez daha hatırlatmak istiyoruz: “Aydınlığı izleyebilmek, çağdaş ülkeler arasına girebilmek, gençlerimizin müspet bilimlere yönelmesini sağlayabilmek, ödünsüz çağdaş bir eğitim olanağına sahip olabilmek için kendimize düşen görevi yerine getirdiğimiz takdirde, gelecek nesillere olan borcumuzu ödemiş oluruz. Aksi halde onlara karşı borçlu kalırız. Bu durumda gelecek kuşaklara hiçbir zaman hesap vermemiz mümkün olamaz.”
Şimdi soruyorum: Acaba bu konuda görevimizi yapıyor muyuz?. Cevabımız ne yazık ki olumsuz olacaktır…
YORUMLAR