Görmezden gelen bir zihniyet….

Sokağa çıkma yasağının uygulandığı ilk gün olan 5 Aralık Cumartesi günü, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 86. yılı idrak edildi. Bağımsız medya dışındaki basın-yayın organlarında fazlaca bir yer bulmayan, kadına seçme ve seçilme hakkının tanınması, gerçekte sadece Türk kadını için değil, çağdaş bir yaşama erişebilmek, çağdaş bir uygarlığa adım atabilmek ve dünyanın bu […]

Sokağa çıkma yasağının uygulandığı ilk gün olan 5 Aralık Cumartesi günü, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 86. yılı idrak edildi.

Bağımsız medya dışındaki basın-yayın organlarında fazlaca bir yer bulmayan, kadına seçme ve seçilme hakkının tanınması, gerçekte sadece Türk kadını için değil, çağdaş bir yaşama erişebilmek, çağdaş bir uygarlığa adım atabilmek ve dünyanın bu konuda örnek gösterilecek ülkeler arasında yer alabilmek için de çok önemli bir gün idi.

Bundan 86 yıl önce, daha Fransa, İsviçre, İtalya, Romanya, Bulgaristan, Belçika gibi ülkelerde kadına seçme ve seçilme hakkı tanınmamış iken, genç Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları olan Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğünde bu hak Türk kadınına tanınmış ve yapılan Anayasa değişiklikleri sonucu da yaşama geçirilmiş idi.

5 Aralık 1934 tarihinde tanınan bu haktan sonra 8 Şubat 1935 tarihinde yapılan ilk seçimde 17 kadın milletvekili TBMM inde temsil edilmiş ve o günden itibaren de kadınlarımız hem seçme hem de seçilme haklarını kullanmaya başlamışlardır.

Aradan 86 yıl geçti.

Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda şu soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz: Acaba bu 86 yıl içerisinde kadınlarımıza verilen seçme ve seçilme hakkına rağmen gereken tam anlamıyla yapıldı mı?

Yine bu süre içerisinde kadınlarımız TBMM inde yeterince temsil olanağına sahip olabildiler mi?

Bu sorulara elbette ki evet yanıtını vermek mümkün değildir.

Biz bu kez de şu soruyu sormak suretiyle yanıtını almak istiyoruz: Acaba kadınlarımız kendilerine tanınan bu hakkı kullanabilmek için yeterince mücadele ettiler mi?

Başta TBMM inde olmak üzere, demokrasinin gereği olan tüm kurumlarda yeterince temsil edilebildiler mi?

Eğer yeterli oranda temsil edilemediler ve kendilerine gereken yeri bulamadılarsa, bunu sağlayabilmek için gereken mücadeleyi gösterebildiler mi?

Bu sorulara doğru düşünüp sağlıklı bir yanıt alınabilirse, hiç olmazsa bundan sonra kadınlarımızın güçleri oranında başta TBMM olmak üzere, demokrasi gereği var olan tüm kurumlarda yeterince temsil edilebilmeleri için gereken mücadele yapılır ve bu doğrultuda uğraş verilir.

Bu konuda görev sadece kadınlarımıza değil erkeklere de düşmektedir.

Sahip oldukları koltuğu ve imkânı bırakmadan, süslü sözlerle kadın haklarını savunur görünen, kadın-erkek eşitliğinin var olması gerektiğini iddia eden ve ancak iş uygulamaya geldiğinde bunu görmezden ve duymazdan gelen bir zihniyetin de ortadan kalkması için gereken yapılmalıdır.

5 Aralık 1934 tarihinde, daha dünyanın birçok ülkesinde tanınması bile gündeme getirilemeyen seçme ve seçilme hakkı, genç Türkiye Cumhuriyetinde tanınmış idi.

Aradan geçen uzunca bir süreye rağmen kadınlarımızın hak ettikleri oranda temsil edilemediklerini görüyoruz.

Temsildeki bu eşitsizliğin sorgulaması yapıldığında, gereken mücadelenin yapılmadığını görüyor ve bundan da üzüntü duyuyoruz.

Zararın neresinden dönülürse kârdır özdeyişini bir kez daha hatırlatmak suretiyle, hiç olmazsa bundan sonraki süreçte, kadınlarımıza hak ettikleri yerin ve oranın verilmesi için el birliği ile gereken mücadelenin yapılması gerektiği hususunu bu vesile ile hatırlatıyor ve önümüzdeki yıllarda bu beklentinin gerçekleşmesini umuyoruz…

nabiinal@hotmail.com

Exit mobile version