Hem bir sosyolog hem de psikanalitik psikoterapist olan Ian Craib, “Hayal Kırıklığı” (Ayrıntı) adlı kitabında, hayal kırıklıklarını artırmada modern dünyanın büyük rolü olduğunu ve aynı zamanda bizi bu hayal kırıklıklarından saklanmaya teşvik ettiğini iddia ediyor; dünya hakkında çok farklı iki düşünüş şeklini – sosyolojik ve psikanalitik– birbirini eleştirmek için kullanmaya ve bu denklemin iki tarafını bir araya getirmeye çalışıyor. Kimi yüzyıllar içinde kimi çok daha yakın zamanda meydana gelmiş ve hayal kırıklığını, hayal kırıklığının gerekliliğini yadsıyan bir toplum olmaya doğru giden yolu açmış olan toplumsal gelişmeleri; böyle bir toplumun, ihtiyaç duyduğu türde insanlar yaratmak için psikoterapiyi nasıl kendi faaliyetleri içine dahil ettiğini gösteriyor.
Kitap, psikanaliz, psikanalizde psikoterapiyle ilgili görüşlerden, yaşamdan ve içinde yaşadığımız toplumdan neler bekleyebileceğimizle ilgili bir dizi deneyim ve düşünceden oluşuyor. Craib, psikoterapinin nasıl çalıştığı, ondan neler bekleyebileceğimiz ve beklememiz gerektiği; toplumlardaki yeri; toplumların nereye gittiği ve bunun kendimize bakışımızı, iyi ya da kötü, nasıl etkilediğiyle ilgili bilgiler verirken, “Bu dünyada yaşamanın zorluklarından biri belki de tam olarak neleri bekleyebileceğimiz, umut edebileceğimiz ya da arzulayabileceğimizle ilgili gittikçe artan bulanıklıktır,” diyor. Craib, arzularımızı, umutlarımızı, ideallerimizi, amaçlara ve beklentilere dönüştürmemizi öneriyor. Onları gerçeklikte yeri olmayan güzel düşler ya da asla ulaşamayacağımız, ama yine de elde etmek için çalışacağımız uzak hedefler olarak görmek yerine, gerçekten başarmak için yola çıktığımız şeyler olarak görmemizi istiyor. Yazar, hayal kırıklığına uğramış benliğin iç dinamiklerini ve bilinçli eylemlerini inceliyor ve şunları söylüyor: “Yaşamı ancak, karanlık tarafı da, yani ölümü ve hayal kırıklığını da kabul eder ve yaşama dahil edebilirsek daha iyi hale getirebiliriz. Paradoksal olarak, bunu ne kadar yadsırsak, yaşamımız o derece zorlaşır, insanlarla bağlarımız o derece kopar.”
Geç modernliğin, bireyin benlikle ilgili deneyimlerinin yalıtılıp parçalanmasına hız kazandırdığını ve tümgüçlü, kendi kendini inşa eden benlik görüşüyle maskelendiğini savunan yazar, psikianalitik terapi de dahil olmak üzere farklı psikoterapi türlerinin, geç modernliğin teşvik ettiği sahte benliği sunarak bu süreçlere katıldığını belirtiyor. Craib, dünyayı, hayal kırıklığının yadsındığı ve hayal kırıklığını yadsımakla kalmayıp, bir de karşıtını arayan kişilikler üretiyor gibi görünen bir yer haline getiren toplumsal ve kültürel değişimleri de mercek altına alıyor. İnsan ilişkileri, evlilik, arkadaşlık, cinsel kimlik, hastalık, ölüm ya da başka tür bir kayıp olduğunda hayal kırıklığından kaçınmak, hem bireysel ruh sağlığı hem de toplumun sağlığı açısından son derece tehlikeli olduğuna dikkat çekiyor.
Kitabının büyük bölümünde, bazı psikanalitik fikirlere ve psikanalizdeki bazı gelişmelere çok eleştirel yaklaşan yazar, “Psikanalizin değerleri” başlığını taşıyan bölümde, yön değiştirerek, sadece genel bir psikoloji ya da tedavi yöntemi olarak değil, dünyaya ve yaşam ödevine bir yaklaşım şekli olarak da psikanalizde faydalı pek çok şey olduğunu söylüyor. Psikanalize yöneltilen belli başlı suçlamaların çoğunun aslında psikanalizin önemli katkılarına işaret ettiğini ileri sürüyor. Ona göre, psikanalizin değerlerlerinden birisi de, iyiliğin ve kötülüğün, sevginin ve nefretin eşit derece parçamız olduğunu kabullenmeyi, hayal kırıklığına uğramayı, acı çekmeyi öğretmesidir: “Eğer elimi ateşe uzatmışsam ve yanmışsam, bunu hemen tekrarlamam; psikoterapi ise, bir anlamda, elini ateşe uzat ve orada tut, der. Psikolojik gelişim, acıyı, acının dayanılabilir olduğunu ve hatta bir şekilde kullanılabileceğini anlamaya başlayana kadar ateşin içinde ‘durmaya’ bağlıdır. Bu belki de başka çağlarda adına sadece ‘yaşam’ denmiş olan bir süreçtir ve kesinlikle, yapmakla değil, olmakla ilgilidir.”
Ian Craib, bu kitabıyla, hayal kırıklığının kaçınılmaz olduğu bir dünyada, hayal kırıklığından kaçınmanın yarattığı tehlikelerle bizi yüz yüze getirirken, hayal kırıklığıyla nasıl başa çıkılacağı sorusuna, çok içten bir yanıt veriyor.
Orhan Tüleylioğlu