Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Habib-i Neccar’ın avlusundayım

1400 yıl öncesini seyrediyorum…

1400 yıl öncesini seyrediyorum…

Kent nüfusuna eklediği yüzbinlerce sığınmacısı… Bölgesel sıkıntılarla boğuşan ekonomisi… Bitmesini dört gözle beklediği barajları… Her sene sular altında kalan, kurutulmuş göl hikâyesi ile Amik Ovası… Binlerce yıllık tarihi ve kültürel zenginliği ile kadim kent Antakya özelinde yükselen Hatay coğrafyasını kaleme alan son isim, Sözcü Gazetesi Yazarı Yılmaz Özdil oldu.

Eski Roma kenti ünvanı… Dünyanın en görkemli mozaiklerinin ev sahipliği… Taş ve ahşabın birlikteliğinde yükselen tarihi evleri… Gastronomi kimlikli mutfağı… Müzeleri… Ören yerleri… Doğası ve daha fazlasıyla dünyanın her bir köşesinden gelen misafirleri ağırlamaya devam eden Hatay coğrafyasının en dikkati çeken konuklarından biri, kaleme aldığı köşe yazıları ile gündem yaratan Yılmaz Özdil oldu.
Antakya’dan Samandağ ve Vakıflı’ya kadar birçok noktada ziyaretler gerçekleştiren Özdil, Sözcü Gazetesi’ndeki köşesine taşıdığı Hatay için, ara başlıklar halinde şu ifadelere yer verdi:
-İLK CAMİ-
Anadolu topraklarındaki ilk cami, Habib-i Neccar’ın avlusundayım. 1400 yıl öncesini seyrediyorum. Aslında pagan tapınağı. Sonra kilise olmuş. En son, cami… Habib-i Neccar… “Sevgili Marangoz” demek. Yasin Suresi’nde geçiyor. O marangoz, aslında Hıristiyan. Antakya’da Hıristiyanlığa inanan ilk kişi. İslamiyet’in ikinci halifesi Hazreti Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde bin Cerrah, tee 636 yılında Antakya’yı fethediyor, bu camiyi inşa ediyor ve tek tanrılı dine inanan ilk kişinin adını veriyor. Evet… Müslümanlar tarafından Anadolu’da yaptırılan ilk caminin adı, bir Hıristiyan’ın adını taşıyor.
Ezan, çan, hazan yan yana derler. Halbuki sadece yan yana değil, iç içe. Hatta pagan bile aynı çatı altında.
-SAINT PIERRE-
Dünyanın ilk kilisesi, Saint Pierre’in önündeyim. Antakya’nın sırtını yasladığı dağın eteklerinde, 13 metre derinliğinde, dokuz metre genişliğinde, yedi metre yüksekliğinde bir mağara. 2000 yıl öncesini seyrediyorum.
Tavanda yuva yapmış yabani güvercinlerin telaşlı ve melodik kanat çırpışları eşliğinde, havariler, Romalılar, Abbasiler, Selçuklular, Memlükler, Yavuz Sultan Selim, Fransızlar, gözümün önünden film şeridi gibi geçiyor. Bugün, dünyada 2 milyar 200 milyon Hıristiyan insan var. Hıristiyan kelimesi bile bu mağaradan çıktı. İlk kez bu mağarada kullanıldı.
-GÜLERYÜZ-
Ortodoks Kilisesi’nin içindeyim. Aslında, Rum Ortodoks Patrikhanesi. Patrikhane denilince, akla hemen İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi geliyor, ama manevi sıralamaya bakıldığında Antakya patrikhanesi, Fener’in önünde yer alıyor, Kudüs’ten sonra ikinci merkez kabul ediliyor. Rum Ortodoks denilince de, akla hemen Rumca konuşan yurttaşlar geliyor, ama burada ibadet dili Arapça… Gençler, artık yeterince Arapça bilmediği için, pazar ayinlerinde bazı dualar Türkçe ediliyor. Sağ olsunlar, kapıda karşılayıp bilgi veriyorlar, sohbet ediyoruz… Aklımda en çok kalan, candan güleryüz.
-CAMİ VE HAVRA-
Ortodoks Kilisesi’nden çıkıp, Katolik Kilisesi’ne geçiyorum. Avludaki bahçe, portakal ağaçlarıyla kaplı. Portakallar, süs lambası gibi dallarında duruyor. Tablovari bir su kuyusunun yanında, dinlenmeniz için banklar var. 20 kişi kadarız. Herkes susuyor, kuş cıvıltıları konuşuyor. Kilise olduğunu bilmeseniz, butik otel zannedersiniz. Öylesine huzurlu bir mekan. Katolik Kilisesi, ama eski Musevi mahallesinde bir bina. Camiyle ve havrayla bitişik… Terasına çıktığınızda, Çan’la Minare’yi aynı karede fotoğraflamanız mümkün oluyor.
-2500 YILDIR-
Havraya giriyorum. Yüreği güzel insan, Harun Amca’yı dinliyorum. “2500 yıldır buradayız” diyor. “14 kişi kaldık” diyor. Hani, “insan evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar” demiş ya Yaşar Kemal… Harun Cemal tam olarak bu. İstersen bir kişi kal. Senin yüreğin yeter Harun Cemal. Ve onu dinlerken bir kez daha idrak ediyorum ki, Türkiye aslında mozaik değildir, Ebru’dur.
-HIZIR TÜRBESİ-
Ver elini Samandağ… Hazreti Hızır Türbesi’ndeyim. Kutsal Kaya’da. Hazreti Hızır’la Hazreti Musa’nın oturup sohbet ettiği yerdeyim. Kuran’ı Kerim’de, Kehf Suresi’nde anlatılıyor. Etrafında dönerken, zaman ve mekandan kopuyorum.
Dışarı çıkıyorum, masmavi enginliklere bakarak, Akdeniz’in o tertemiz havasını ciğerlerime çekiyorum. Hazreti Musa’nın tam olarak bu durduğum noktada, masmavi enginliklere bakarak, Akdeniz’in o tertemiz havasını ciğerlerine çekmiş olduğunu düşünüyorum. İşte o an, Kutsal Kaya’nın etrafından dönerken, zaman ve mekandan neden koptuğumu daha iyi anlıyorum.
Onca kavga, onca mücadele… Oysa insan ömrü dediğin, kozmik bir toz zerresi kadar kısa süre.
-VE GEZİ…-
Samandağ’dan dönerken, Defne’den geçiyorum. Armutlu Mahallesi’nden… Katledildikleri sokaklarda, Abdullah Cömert’le Ahmet Atakan’ı anıyorum. Burasının evladı, Ali İsmail Korkmaz’ı anıyorum.
-MÜZEDEYİM
Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeyim. 19 bin yıl öncesini seyrediyorum. 19 bin yıl… Dünyanın en büyük mozaik müzesi. Dionysos, keyifle şarap içiyor. Afrodit, alımlı alımlı salınıyor. Eros, okunu fırlatıyor. Urartu burada. Asur burada. Hitit Kralı Suppiluliuma’nın karşısında duruyorum, hayret edercesine açılmış patlak gözlerine bakıyorum. Adam, üç bin yıldır toprak altındaydı, sekiz yıl önce çıkarıldı. “Türkiye’nin halini görünce, şaşkınlıktan gözleri böyle faltaşı gibi açılmıştır” diye tahmin ediyorum! Büyük İskender’in, Sezar’ın bu topraklarda dolaşmış olduğunu düşününce, bastığım zemini adeta canlıymış gibi hissediyorum.
-MECLİS BİNASI-
Meclis binasının önündeyim. Hatay’ın Türkiye’ye katılma kararının alındığı tarihi bina. Eskiden burada künefeci vardı. “Meclis künefe” diye tabela vardı. Bu duyarsızlığa nihayet son verildi. Akp hükümeti, binayı kamulaştırdı. Kültür merkezi olarak restore edilecek. Hatay’ın hoşgörü havası beni bile o kadar etkiledi ki… “Akp hükümetine yurttaş olarak teşekkür ederim” diye içimden geçiriyorum!
-HOŞGÖRÜ-
Hoşgörü… Hatay’la alakalı olarak, ben bile bu kelimeyi sık sık kullanıyorum, ama… Aslında tamamen yanlış bir nitelemedir. Çünkü “hoşgörü” kelimesi, sözlük itibariyle, “tahammül, görmezden gelme, göz yumma, tepki göstermeme, sabırla katlanma” anlamına geliyor. Yani, hoşgörmek için, karşı tarafın hoş görülecek bir suçunun veya kusurunun olması lazım, sizin de buna sabırla tahammül etmeniz, göz yummanız lazım.
Hatay’da yaşanan kesinlikle bu değil. Hatay’da hiç kimse, bir başkasını “öteki” olarak görmüyor. Hatay’da hiç kimse, bir başkasını “kusurlu” olarak görmüyor. Hatay’da hiç kimse, bir başkasının dinini, tahammül edilmesi gereken bir din olarak görmüyor. Hatay’da hiç kimse, bir başkasının mezhebini, göz yumulması gereken bir mezhep olarak görmüyor. Hatay’da hiç kimse, bir başkasının etnik kökenini, sabırla katlanılması gereken bir etnik köken olarak görmüyor. Hatay’da herkes, herkesi “insan” olarak görüyor. Hatay’da hiç kimsenin, tahammül edilecek, göz yumulacak, sabırla katlanılacak, hoş görülecek bir kusuru yok… Hatay’da herkes, herkesi olduğu gibi yaşıyor. Dolayısıyla… Hatay’ı, “hoşgörü şehri” olarak nitelendirmek, doğru değil. İlla niteleme gerekiyorsa… İnançlar, etnik kökenler farklı olabilir, ama ahlak bir tane. Ahlak, tek. İlla sıfat gerekiyorsa… Hatay, ahlaklı bir şehir.
-AHLAKLARI TEK-
Antakya çarşısını geziyorum. Samimiyetle söyleyebilirim ki, büyük şehirlerde artık neredeyse nostalji haline gelen, o özlediğimiz esnaf ahlakı, orada yaşıyor. Kimse kimsenin müşterisine göz koymuyor. Kimse kimseyi kolundan çekip dükkanına sürüklemiyor. Kimse kimseyi kazıklamıyor. Özellikle yemek fiyatları, sanırsın İstanbul’un on yıl öncesine ait. “Niye bu kadar ucuz” diye soruyorum… “Yemeği lezzetli yapan fiyatı değildir. Biz, sizi burada paranızı almak için ağırlamıyoruz. Güzel yemek yedirmek için ağırlıyoruz” diyorlar. O anda kavrıyorum ki, felsefesiz yemek bile yapılmaz aslında. Kimi baharatçı, kimi ipekçi, kimi gümüşçü, kimi fırıncı, kimi kasap, kim Türk, kim Ermeni, kim Musevi, kim Alevi, kim Sünni, belli değil. Ama hepsi namuslu. Ahlakları tek.
-HER YERDE-
Her yerde Atatürk var. İstisnasız her yerde. Her dükkanda. Sayısız otomobilde imzasını gördüm. Farklı farklı partilerin belediyeleri var. Hepsinde Atatürk var. Hatay, kelimenin tam manasıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün kalesi. Her dinin, her mezhebin, her etnik kökenin ortak paydası, Atatürk.
(Belki pek çoğunuz için şaşırtıcı olacak, ama ben Hatay’da büyüdüm. İzmir Hatay’da… İzmir’de yüzbinlerce Hataylı var. Çünkü Atatürk vizyonu, Hatay şehrimiz henüz Türkiye’ye katılmadan önce, 1937’de, İzmir’in en büyük semtlerinden birine Hatay adını verdi. Hatay’da olan bitenlere en az Hataylılar kadar duyarlı olmamız ondan.)
-İBRET AL-
Ve hayır… Amacım, Hatay’a dair turistik bir yazı kaleme almak değil. Herkes, sınırın öte tarafını yazıyor.
Kimse bu tarafını yazmıyor. Salı günü İdlib’i yazacağım demiştim. Buyurun, yazıyorum… Suriye meselesinin çözümü Suriye topraklarında değil, Hatay’da! Suriye meselesini çözmek için Moskova’ya yalvarıyorlar. Washington’a el açıyorlar. Brüksel’den medet umuyorlar. Halbuki, Suriye meselesinin çözümü için oralara gitmeye gerek yok. Çözüm Hatay’da. Hatay birlikteliğinde. Hatay ahlakında. Hatay ruhunda. Çözüm burada.
Ezan, çan, hazan, pagan… İnsan…
Büyük İskender’den Sezar’a, Abbasiler’den Bizans’a, Büyük Britanya’dan Fransa’ya… İnsanlık tarihi boyunca, Ortadoğu’da savaşarak toprak kazanan görülmedi. Savaşmadan toprak kazanmayı başaran ise “tek lider” var.
Mermi bile sıkmadan Hatay’ı alan Mustafa Kemal dehasından nasibini almamışsın… Bari Hatay’dan ibret al.-Tamer Yazar-