Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Haluk Duman

Hasan Safi BOZ (Antakya 1953 – istanbul 2024)

Sular hep aktı geçti,

Kurudu vakti geçti,

Nice han, nice sultan

Tahtı bıraktı geçti,

Dünya bir penceredir,

Her gelen baktı geçti.

Akıp giden zaman içinde aramızdan ayrılanlar kervanına çok sevdiğim abim Sayın Hasan Safi BOZ da katıldı. 3 Haziran 1953 tarihinde Antakya’da dünyaya gözlerini açan Hasan abi, arkasında güzel dostluklar, gözü yaşlı insanlarla bütün zorluklara karşı koymak için kenetlenen bir aile bırakarak bu fani dünyadan sessizce ayrıldı ve çoook uzaklara gitti…

Ben “Doğunun Kraliçesi Antakya”’yı ve Hasan abi gibi güzel, sıradışı insanları 25 yıl önce tanıdım. Evlenmeden önce Antakya ile olan ilgim yok denecek düzeydeydi. Ancak evlendikten sonra bu güzel şehri ve güzel insanlarını tanıyınca hayatım renklendi, zenginleşti. Yaşamak daha da bir güzelleşti.

Bir İngiliz filozof, “Hayat ağırdır, kısadır ve zordur.” der. Bir baktığınızda bu ağır, kısa ve zor olan hayatı yaşanılır kılan şeylerin azlığı sizi şaşırtabilir. Hasan abi gibi insana yaşam sevgisi ve gücü katan kişilikleri tanımak zorlukları yenmeye yardım eder. Güçlü karakteri, kendine özgü kişiliği ve sevecenliğiyle tanıdığım Hasan abi hayatıma renk değil renkler katan bir abim oldu.

1.86 boyunda, davudiye yakın sesi ve tatlı bir Antakya aksanıyla Hasan abi hangi ortama girse fark edilen bir insandı. Onu görünce sanki aynı anneden aynı babadan doğma abimi görür gibi olurdum. Kanımın kaynadığını ve daha coşkulu aktığını hissederdim. Acaba onun hangi özellikleri beni cezbetti diye şimdi düşünüyorum da aklıma pek çok şey geliyor.

Hasan Abi herşeyden önce yardımsever bir kişilikti. Tanısın tanımasın insanların problemini çözmekten ve onları rahatlatmaktan hoşlanırdı. 2005 yılında bir ev almak istiyordum. Elimde nakit para yoktu. Ancak 4-5 aylık vadeli bir çek vardı. Evin sahibi de nakit para istiyordu. Ne yapayım ne edeyim diye kara kara düşünürken imdadıma Hasan abi yetişti. Benden hiçbir masraf, komisyon veya para istemeden çekleri kırdırdı. Elime nakit parayı verdi. Ben de gidip bu parayla evi satın aldım.

Onun iyilik severliğine cenaze sırasında bir kez daha tanık oldum. Zincirlikuyu Zincirlikuyu Mezarlığı’ gasilhanesinde tabutunun başında beklerken bir adam ve bir kadın geldi. Adam orta yaşlarıda, tipik anadolu insanıydı. Tabuttaki isim yazan yere baktı. Hasan abinin ismini görünce tabutuna sarıldı, hüngür hüngür ağlamaya başladı. Tabutu bir çocuğu okşar gibi eliyle seviyor, bir yandan da “İyi insan, güzel insan” diyip duruyordu. Merak ettim yanına yaklaşıp kim olduğunu, Hasan abiyi nereden tanıdığını sordum.

Adam yıllar önce Hasan abi maden mühendisi olarak çalışırken oturduğu apartmanın kapıcısıymış. Birgün kalorifer kazanına kömür atarken aniden bir patlama yaşanmış. Yüzü gözü yanmış tanınamayacak halde simsiyah olmuş. O acıyla yukarı çıkıp yardım etsin diye Hasan abinin kapısını çalmış. Kapıyı Hasan abinin sevgili eşi Serap abla açmış. Adamın yüzü-gözü yandığı için onu tanıyamamış. Zavallı adam “Hasan Bey evde mi?” diye sorunca Serap abla içeri: “Hasan yabancı bir adam geldi seni soruyor?” diye seslenmiş. Hasan abi gelince adamı tanımış. Evine almış hemen yüzünü gözünü tedavi etmeye başlamış. Kendi elleriyle merhem sürmüş, pansuman yapmış. Hatta “Sakın bir haftadan önce kazan dairesine inme, yaraların mikrop kapar” diye uyarmış ve adamı dinlenmesi için evine göndermiş. Adamın iyileşme sürecinde ona laf gelmesin, kimse mağdur olmasın diye kazanı kendisi yakmış. Şimdilerde Çekmeköy’de oturan adamın bu hikayesi bana çok acıklı geldi. Hasan abinin yardım severliği, insaniyeti ve iyi niyetine gösteren yaşanmış gerçek bir öyküydü…

Hasan abi Türkiye’nin yetiştirdiği sayılı maden mühendislerinden biriydi. İşini yalnız masa başı bilgilerle değil sahaya inerek yapardı. Madenler ve madencilik konusundaki bilgisi öyle tahmin ediyorum ki bu işi meslek olarak yapan akademisyenlerde bile yoktu. Yani Hasan abiyi üniversitede bir sınıfa soksanız, madenler konusunu herkesten iyi anlatabilecek düzeyde bilgi birikimine sahipti.

Onu bana yaklaştıran en önemli şeylerden biri sözünü-sohbetini bilmesiydi. Onunla oturup saatlerce konuşabilirdiniz. Konuşmalarının arasına güzel anekdotlar, fıkralar, yaşanmış öyküler katar anlatımını zenginleştirirdi. Bir fikrini paylaşmak isterse “Sakın yanlış anlama ama şu konu böyle değil miydi?” diye kibarca sorardı. “Sakın yanlış anlama!..” diye söze başlayan kaç insan tanıyor olabilirsiniz diye size sorsam hiç de fazla olmadığını görürsünüz.

Hasan abi maden sahasında Erzurum’un Horasan ilçesi Aliceyrek köyünden işçiler çalıştırırdı. Bu köyde kömür çıkarıldığı için çalışanlar ne yapacağını bilen insanlardı. Birbirlerine son derece tutkun olan işçiler arasında bir sorun yaşandığında hepsinin birden hareket etmesi Hasan abinin dikkatini çekmişti. Birgün bu işçileri tanıyan biri elinde bir tahsilat makbuzu ile Hasan abiye gelir. “Patron köve cami yapaceyiz bize birez yardım et” der. Hasan abi de o zamanın parası yüklüce bir miktarı çıkarıp adama verir. Hatta eşe dosta yönlendirir. Onların da camiye yardım etmesini sağlar. Aradan bir zaman geçer birgün jandarma maden sahasını basar ve makbuzları Hasan abiye gösterir. İşçinin nerede olduğunu sorar. Ancak adam bir hafta önce işten ayrılmıştır. Meğer bu uyanık işçi matbaadan uyduruk bir makbuz bastırmış ve olmayan cami için milleten para toplamış. Hasan abi ne zaman beni görse bu hikâyeyi zevkle anlatırdı; birlikte gülerdik.

Hasan abiyle benim ortak yönlerimizden biri de yemek sevgimizdi. Onunla konuşurken söz döner dolaşır mutlaka yemeğe gelirdi. Ben ona Erzurum yöresinin yemeklerini ballandıra ballandırsa anlatırdım, o da bana Antakya yöresini anlatırdı. Türkiye’nin neresinde güzel yemek yapan bir yer varsa ikimizin de radarına takılırdı. Bu yerleri birbirimize anlatırdık. Birgün ona kaz yemeğinin tarifini yaptım. O kadar güzel anlatmışım ki “Ya hocam anlatıp duruyorsun ağzımın suyu akıyor. Bir gün yiyelim şu kazı bakalım anlattığın kadar varmı…” dedi. Bunun üzerine Kars’tan biraç kez kaz getirtim ve ailece yedik. Rahmetli kazı yiyince “Evet hocam anlattığın kadar varmış, hatta eksik bile anlatmışsın…” diye beni onayladı.

Bazıları “zengin insan” ların parası pulu çok olan insan olduğunu sanırlar. Oysa öyle değildir. Anıları ve sosyal sermayesi zengin olan insanlar varlıklı ve zengin insandır. Hasan abi o kadar zengin anılara ve çevreye sahipti ki burada size anlatamam. Onu konuşturup anılarını derlemediğim için şimdi çok üzülüyorum. Ancak o sonsuza kadar bizim kalbimizde, fikrimizde yaşayacak ve muhteşem saltanatını sürdürecek. Hasan abi ailesini, vatanını, ülkesini ve devletini gönülden seven biriydi. Yapılan yanlışlara kızar, üzülür adeta kendini yerdi. Özellikle maden ve enerji kanunlarındaki muğlaklık ve işini bilmeyen insanların göreve getirilmesine tahammül edemezdi.

Son zamanlarında yoğun olarak sağlık problemleri ile uğraştı. Ailesi her zaman onun yanında oldu. Onun için ne gerekiyorsa en iyisini yapmaya çalıştılar. Uzun zaman ondan iyi haber alırız diye bekledik. Elimiz kolumuz bağlandı, istesek de birşeyler yapamadık. Sağlık durumu gün geçtikçe kötüleşti, en son 08 Temmuz 2024 Pazartesi günü saat 00.15’te sonsuzluk alemine doğru yolculuğa çıktı. Salı günü Kilyos’ta çam ağaçları altında huzur içinde uyuyacağı yeni evine taşındı. Asil ve temiz ruhu şimdi cennette olan Hasan abimizle dostluğumuz kıyamete kadar baki kalacak.

Sevgili eşi Serap ablaya, oğlu Cem’e ve biricik kızı Beril’e bakınca ömür boyu o güzel insanı hatırlayacağım. Böyle bir insanı tanıdığım için çok mutluyum, ancak erken kaybettiğim için de çok hüzünlüyüm. Her ölüm erken olur derler. Hasan abinin vefatı gerçekten çok ama çok erken oldu. Birlikte maden sahalarına gidecektik, şurdan burdan konuşacaktık, eğlenip gülecektik. Ama olmadı… Keşke onunla daha fazla zaman geçirmiş olsaydım ne iyi olurdu diye düşünmeden kendimi alamıyorum. Bunu derken sizlere, sevdiklerinize zaman ayırmanızı ve onlarla daha fazla vakit geçirmenizi candan öneriyorum. Unutmayalım ki bu dünyada yalnızca beş on günlük misafiriz. Hepimiz günü gelince sevgili Hasan abi gibi geri dönülmez bir yolculuğa çıkacağız…

Prof. Dr. Halûk Harun DUMAN/ Marmara Üniversitesi MÜYADYO Müdürü

***

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

SON HABERLER