Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Hatay aynı planlarla mı ayağa kaldırılıyor?

6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Ancak

6 Şubat 2023 depremlerinin üzerinden neredeyse üç yıl geçti. Ancak Hatay’da imar ve yeniden yapılanma sürecine dair tartışmalar hâlâ sürüyor. Rezerv alan kararları, acele kamulaştırmalar, şeffaflık eksikliği ve meslek odalarının süreç dışı bırakılması kamuoyunda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Hatay’daki yeniden inşa sürecini, Şehir Plancıları Odası Hatay İl Temsilcisi Serkan Koç değerlendirdi.

6 Şubat depremlerinden sonra Hatay’da yürütülen imar planlama sürecini genel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Deprem sonrası Hatay’da yürütülen imar planlama süreci; şeffaflık, katılımcılık, bilimsel yöntemlere uygunluk ve planlama sürekliliği açısından ciddi sorunlar barındırıyor. Afet gibi son derece hassas bir konuda, aceleci ve parçacı kararların öne çıktığını görüyoruz.
Oysa biz meslek odaları olarak en başından beri, “bir yılda kent kurma” vaadi yerine; bölgesel ölçekte, mahalle bazında, şehircilik ilke ve esaslarına uygun bir yeniden inşa sürecinin gerekliliğini vurguladık.

Öncelik; insan onuruna yaraşır geçici barınma koşullarının sağlanması, sosyal konut politikalarının geliştirilmesi ve tüm sektörleri kapsayan bütüncül bir yeniden yapılanma süreci olmalıydı.

Deprem sonrası hızlı yeniden yapılanma sürecinde sizce en kritik planlama hatası neydi?

En kritik kırılma noktası, 24 Şubat 2024’te yayımlanan 126 Sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi oldu.
Bu düzenleme ile imar planları beklenmeden, yalnızca jeolojik ve zemin etütlerine dayalı vaziyet planlarıyla yapılaşmanın önü açıldı. Üstelik orman, mera, tarım ve zeytinlik alanlar da yapılaşmaya açıldı.

Bu yaklaşım, şehir planlama mesleğini tamamen devre dışı bırakan, kenti yalnızca mühendislik verileriyle kurmaya çalışan son derece sığ bir bakış açısıdır.
3194 sayılı İmar Kanunu ve planlama mevzuatı fiilen askıya alındı. Halkın itiraz, katılım ve denetim hakkı ortadan kaldırıldı.

Yüzlerce yıl yaşayacağımız kentleri, sadece “bir an önce konut üretelim” anlayışıyla inşa edemeyiz. Kent; sosyal yaşamı, kültürü, ekonomisi ve hafızasıyla birlikte planlanmalıdır.
Şehir planlamasını dışlayarak kent kurma düşüncesi başarısız olmaya mahkûmdur.

Süreç bilimsel bir yeniden yapılanma modeliyle mi yürütüldü, yoksa idari refleksler mi ağır bastı?

Ağırlıklı olarak idari refleksler ön plandaydı.
Merkezi yönetimin afet sonrası hızlı hareket etme isteği anlaşılabilir; ancak Hatay’da bu hız, planlama sistematiğini ve yerel katılımı tamamen devre dışı bıraktı.

Rezerv alan, riskli alan ve acele kamulaştırma kararları; üst ölçek planlar beklenmeden alındı. Yerel yönetimler sürecin dışına itildi. Planlar askıya çıktığında dahi gerekçeli raporlar kamuoyuyla paylaşılmadı.

Bu tablo, uzun vadeli ve bilimsel bir afet sonrası planlama modeli yerine, kısa vadeli yönetimsel reflekslerle ilerlenen bir sürece işaret ediyor.

 “Hatay hâlâ deprem öncesi imar planlarıyla yeniden kuruluyor” iddiası ne kadar doğru?

Bu iddia teknik olarak büyük ölçüde gerçeği yansıtıyor.
Deprem öncesinde Hatay zaten bütüncül planlama yaklaşımından uzaktı. Deprem sonrası hazırlanan planlar da, üst ölçekli planlar revize edilmediği için eski plan kararlarının etkisinden kurtulamadı.

Rezerv alanlar parçacıl biçimde ele alınıyor; nazım ve uygulama planları arasındaki hiyerarşi bozulmuş durumda. Rezerv alan dışındaki bölgelerde ise hâlâ afet öncesi imar planları yürürlükte.

Sonuç olarak kent, bütüncül bir deprem sonrası dönüşüm yerine, eski planın üzerine yapılmış yamalarla ilerliyor. Bu durum halkın “Yeni bir plan mı var, yoksa eskisi mi devam ediyor?” sorusunu sormasına neden oluyor ve bu soru son derece haklı.

Rezerv alanlar konusunda en büyük şeffaflık sorunları nerede yaşanıyor?

Rezerv alan sınırlarının hangi bilimsel ve teknik kriterlere göre belirlendiği kamuoyuna açıklanmadı.
Jeolojik etütler, risk analizleri, nüfus projeksiyonları, alternatif alan değerlendirmeleri paylaşılmadı. Meslek odaları ve yerel paydaşlar sürecin tamamen dışında bırakıldı.

Vatandaşların en büyük kaygısı ise mülkiyet haklarının nasıl korunacağı. Hak sahipliği, değerleme esasları, yeni konutlardan yararlanma koşulları net değil. Bu belirsizlik, ciddi bir güven kaybı yaratıyor.

Rezerv alanlarda uygulanan konut projelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tek tip, standartlaştırılmış konut üretimi hâkim. Oysa konut yalnızca barınma değildir; sosyal yaşamın, kültürün ve aidiyetin mekânıdır.

Yerel mimari, hane büyüklükleri, yaşam alışkanlıkları dikkate alınmadan üretilen bu projeler; eşdeğerlik ve yerinde dönüşüm ilkelerini zedeliyor. İnsanlar karar süreçlerine dahil edilmediğinde, bu alanlar sahiplenilmiyor ve sürdürülebilir olmuyor.

Askı süreçlerinin bayram tatiline denk getirilmesi tesadüf müydü?

Bu durum teknik bir zorunluluk değildir.
Mevzuat izin verse bile, planlama etiği ve katılım ilkeleri açısından uzun tatil dönemlerinde plan askıya çıkarmak doğru değildir. Bu, açıkça yönetimsel bir tercihtir.

 Bu yaklaşım değişmezse, 5 yıl sonra Hatay’ı nasıl bir tablo bekliyor?

Bütüncül bir planlama olmazsa:

  • Mahalleler parçalanır,

  • Tarihi merkezler canlanamaz,

  • Nüfus dengesiz biçimde dağılır,

  • Antakya’nın özgün sokak dokusu ve komşuluk ilişkileri geri dönemez.

Ortaya kimliksiz, kopuk ve parçalı bir kent çıkar.

Son olarak, endişe duyan vatandaşlara ne söylemek istersiniz?

Vatandaşların endişesi kesinlikle haksız değil. Bu kaygılar duygusal değil, hak temellidir.
Planlar yalnızca teknik belgeler değildir; bir kentin belleğidir, geleceğidir.

Unutulmamalıdır ki:
Planlar değiştirilebilir,
Yanlış kararlar düzeltilebilir,
Hatalı uygulamalar iptal edilebilir.

Ama kayıtsız bir toplumun geri dönüşü yoktur.

Bugün Hatay’da en umut verici şey, toplumun süreci takip etmesi ve söz istemesidir.
Bu şehir yeniden kurulacaksa, ancak Hataylıların iradesiyle kurulacaktır.

Bir şehir plancısı olarak en büyük güvenim; planlara değil,
Bu kentten vazgeçmeyen insanlara…